16 Kasım 2009 Pazartesi

65 Yıllık Sürgün









Yıl 1943. Kafkaslar soğuk bir kışla beraber ikinci bir “sürgün” dalgasını daha karşılamaya hazırlanıyor. İnsanlar bir yandan kapıya dayanan kışı düşünürken diğer bir yandan da II. Dünya Savaşı’nın getirdikleri ile mücadele ediyor. Evinde ki çoğu erkek asker de olan Kafkas Türkleri bir bir yurtlarından, topraklarından geçersiz ve koşulsuz bir şekilde “sürgün” ediliyor. Aslında her ne kadar herkes bilse de neden “sürgün” edildiğini kimse dile getirmiyor, dur demiyor bu haksızlığa. Kaderlerinin çizdiği tren yolunda hayvan vagonlarında geçen bir yolculuk ve her durakta verilen bir kayıp.

İşte bu insanların içinde öyle bir halk var ki 65 Yıl geçmiş olmasında rağmen hala kaybettiği hak, hürriyet ve topraklarını geri alamıyorlar. Aksine hala birşeyler kaybetmeye devam ediyorlar. Bunun son örneğini 2005′te Rusya’nın Krasnodar bölgesinde gördük. Bu insanların adı Ahıska Türkleri!..

14 Kasım 1944′te başlayıp 65 Yıl boyunca devam eden ve zaman içerisinde giderek artan bir zincirle çevrili bir halk Ahıskalılar. Bu zincirin her halkası farklı bir anlam, farklı bir tarih taşıyor. Sürgün, soykırım, haksızlık, yoksulluk, dışlanma, tehdit, dayak, baskı, gözlem, taciz gibi daha binlerce acı içerikli anlamları olan kelimeler oluşturuyor bu zinciri halka halka. İşte böyle bir nesil Ahıskalılar. Buna rağmen yılmayan mücadele eden bir yapıya sahip Ahıskalılar. Sovyetler Birliği döneminde kimliğinde Türk yazan tek Türk topluluğu Ahıskalılar. Bunun ödülü olarakta tarihin tozlu sayfalarında çektiği acılarla anılmaktansa iki satırlık yazılarla değersiz sayfalar arasına konan bir halk Ahıskalılar. Özellikle Türk Tarihini araştıran değerli Akademisyenlerimizce ilgi görmeyen bir halk Ahıskalılar. Yıllardır vaadedilen ve bir türlü gerçekleştirilemeyen kanulardan sıkılan bir halk Ahıskalılar. Özlem dolu gözyaşları ile uzaktan uzağa vatan dediği toprağını göremeyen ama kokusunu kalbinin derinliklerine kadar çekebilen bir halk Ahıskalılar.

1864′te Kafkaslarda uygulanan ilk göçten itibaren günümüze kadar geçen süre zarfında kaybettiği hakları geri kazanmayan bir halk yok Ahıskalılar dışında. Artık 65 Yılı geride bırakırken geriye dönüp baktığımızda hala oraya, Ahıska’ya çok uzaktayız. Hergün vatanından uzakta çaresizlik içerisinde bir kayıp daha veriyoruz. Ve malesef verdiğimiz bu kayıplan genelde o “sürgün” den, 65 Yıl önce yaşanan o kötü olaylardan sağ kalan “bir avuç” insan.

İnsan Haklarının bahseldiği bir Dünya’da yaşamamıza rağmen onun tadına bakamayan tek millet biz olmalıyız galiba. Bir 14 Kasım daha yaklaştı. Bir acı gün yıl dönümü yine geldi çattı. Biz ki Ahıska Türkleri olarak tarihin gizli sayfalarına adımızı acı dolu günlerle ve TÜRK olduğumuzu haykırarak yazmışız… Biz ki 65 yıldır vatanından uzak yaşıyoruz… Umut dolu yüreklerimizle yarınlara gülümsüyoruz… Kanayan avuçlarımızla toprağı tutuyoruz… Duyamasakta Ezanımızı vatanımızda…Göremesekte Türk Bayrağını dalgalanırken yurdumuzda. Biliyoruz ki gelecek o günlerde… İşte bu yüzden yarınları bekliyoruz, yarınlar için çalışıyoruz…



Kaynak; www.ahiskacan.biz

22 Şubat 2009 Pazar

Sultan ‘Alparslan’ın Mezarı Aranıyor



Büyük Selçuklu İmparatorluğunun önemli hükümdarlarından Sultan Alparslan’ın mezarının bulunması için çalışma başlatıldı.

Büyük Selçuklu İmparatorluğunun önemli hükümdarlarından Sultan Alparslan’ın mezarının bulunması için çalışma başlatıldı.

Türkiye’den bir heyet Türkmenistan’da temas ve incelemelerde bulundu.

Sultan Alparslan’ın mezarının bulunması çalışmaları kapsamında Türkiye’den bir heyet Aşkabat’da temaslarda bulundu.


Heyette, Kültür ve Turizm Bakanlğı Müsteşarı İsmet Yılmaz, Türk Tarih Kurum Başkanı Ali Birinci ve Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Yusuf Halaçoğlu da yer aldı.

Türkmen yetkililerle biraraya gelen heyet adına konuşan Kültür ve Turizm Bakanlığı müsteşarı İsmet Yılmaz, Sultan Alparslan’ın Türkmenistan halkının olduğu kadar Türk halkının da ortak atası olduğunu belirtti.

Yılmaz, Alparslan’ın mezarının bulunması ve bulunduğu yere bir türbe inşa edilmesini hedeflediklerini söyledi.

Türkmenistan Kültür ve Teleradyo yayımları bakanı Gulmurat Muradov da, Sultan Alparslan’ın mezarının bulunması ve bir türbenin oluşturulmasından büyük memnuniyet duyacaklarını belirtti.

Türklere Anadolu topraklarının kapısını Doğu Roma imparatoru Romen Diyojeni yenerek açan Büyük Selçuklu hükümdarı Alparslan’ın mezarının Türkmenistan’ın tarihi Merv bölgesinde bulunduğu tahmin ediliyor.

Görüşmelerin ardından Türkiye’den gelecek bir teknik heyetin Merv bölgesinde çalışmaları başlatması bekleniyor.

26 Aralık 2008 Cuma

Bulgaristan da Camiler Kapanıyor


Bulgaristan Baş Müftüsü Mustafa Hacı, namaz kıldıracak imam eksikliğinden 200 caminin kapanmak üzere olduğunu açıkladı. Mustafa Hacı, "İnananların sayısı artıyor. Ancak dini liderlerin eksikliği yüzünden camileri kapatmak zorunda kalacağız. Krizin sorumlusu yıllarca devam eden Komünist yönetim ve fon eksikliği." dedi.
Bulgaristan'da 1500 cami bulunuyor. Sadece 900'ü açık. Açık olan camilerin 200'ü imam yokluğundan tamamen kapanmak üzere. 8,7 milyon nüfusa sahip Bulgaristan'ın resmi olarak yüzde 12'si Müslüman. Bulgaristan'da Müslümanların büyük bir çoğunluğunu Türkler oluşturuyor. Ancak gayri resmi kaynaklar 1980'li yıllarda Jivkov yönetimi tarafından gerçekleştirilen asimilasyon ve isim değiştirme uygulaması sonucunda Türklerin sayılarının resmi olarak azaltıldığını, gerçekte bu rakamın 3 katından daha fazla olduğunu söylüyorlar.

Bakü'ye Atatürk Anıtı

Azerbaycan’ın Türkiye Büyükelçisi Hulusi Kılıç yaptığı basın toplantısında 2009 senesinde Azerbaycan ile Türkiye’nin kardeşlik ilişkilerini geliştirmek adına çeşitli faaliyetler gerçekleştirileceğini söyledi. Bunlardan ilki Türk Büyükelçiliğinin Bakü’de Atatürk’e ait bir anıt yaptırması olacak. Kılıç yaptığı açıklamada “2009 senesinde Bakü’de Türk Devletleri bir araya gelecek. Bu Türk devletlerinin bir nevi parlamenter toplanışı olacak” dedi. Kılıç ayrıca Mart ayında Türkiye ile Azerbaycan’ın kardeşliğini simgeleyen bir parkın açılacağını söyledi. Diğer bir adım olarak ise Ganja şehrinde Türk başkonsolosluğu açılması öngörülüyor.

11 Temmuz 2008 Cuma

30 Mayıs 2008 Cuma

TÜRK DÜNYASI'NIN YERİ

TÜRK DÜNYASI'NIN YERİ
http://devlet.tr.gg/Turk-dunyasinin-yeri.htm

Mihail Gorbaçov’un iktidara gelmesi ile başlayan ve Ağustos 1991 darbesinden bir az sonra Yeltsin, Kravçuk ve Şuşkeviç’in imzaladıkları bir bildiri ile sona eren süreç içerisinde resmen dağılan Sovyetler Birliği, Türk diplomasi hayatına yeni bir takım terimlerin de girmesine sebep oldu. Bu terimlerden birisi, TÜRK DÜNYASI terimidir. Türk Dünyası neresidir? Bu bölgede hangi bağımsız, hangi otonom devletler vardır? Hangi halklar bölgede yaşamaktadır?

Türk Dünyası “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar” olan bölge midir? Dikkat edilirse bu ifadede bölge izafi olarak belirtilmesine rağmen, muallakta kalmaktadır. Coğrafi bir sınır çizilmemiştir. Türk halkları Asamblesi Başkanı Vyeçislav Timoteyev’e göre de “Türklerle meskun olan bölgeler, Doğu ve Batı Sibirya, Eski Türkistan, Kafkasya, Türkiye, Kuzey Irak, İran, Avrupa, Amerika ve Avustralya’da Türkler’in yaşadığı bölgeler TÜRK DÜNYASI’dır”. Prof. Dr. Turan Yazgan Hoca’ya göre “Türkiye, Kafkasya, İran Azerbaycanı, Kadim Türkistan, Afganistan, Doğu ve Batı Sibirya TÜRK DÜNYASI’dır”.

Aslında TÜRK DÜNYASI bir Kızıl Elmadır. Yani, Ömer Seyfettin’in meşhur hikayesinde ifadesini bulan “Türk Hakanı’nın atının gidebildiği yerdir.” Bugün sınırları çizilebilse de, yarın bu sınırların değişmeyeceğini kimse temin edemez. Mesele, Kızıl Elma idealinin gönüllerde yaşatılmasıdır. Bugün gerçekçi olarak düşünürsek; kadim Türkistan, doğu ve batı Sibirya, Türkiye, İran Azerbaycanı, Kuzey Irak’ı sınırları içine alan bölge, Türk siyasi terminolojisinde ”TÜRK DÜNYASI” olarak anılmaktadır. Bu bölge içerisinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan olmak üzere yedi bağımsız, Tataristan, Çuvaşistan, Başkurdistan, Hakasya, Tuva, Sakaeli ve Doğu Türkistan olmak üzere yedi otonom cumhuriyet bulunmaktadır. Bölgede, büyük Türk ağacının dalları olan; Azeriler, Özbekler, Tatarlar, Çuvaşlar, Kazaklar, Kırgızlar, Uygurlar, Karakalpaklar, Balkarlar, Türkmenler, Nogaylar, Altaylar, Hakaslar, Sakalar, Tuvalar, Teleütler, Şorlar, Karaimler, Dolganlar ve Türkiye Türkleri yaşamaktadır. Bölgede azınlık olarak, Ruslar, Ukrainler, Çerkezler, Osiyetler, Almanlar, Çinliler bulunmaktadır. Kadim Türkistan, Türkiye, Güney Azerbaycan ve Kafkasya, Türk nüfusun yoğun olduğu bölgelerdir. Buralarda 130 milyon Türk yaşamaktadır. Diğer bölgelerde 20-25 milyon civarında Türk vardır. Bölgede Türk Dili’nin çeşitli şiveleri konuşulmaktadır. Azerbaycan Türkçesi ve Türkmen Türkçesi, Türkiye Türkçesine en yakın dillerdir. Karakalpakistan ve Harezim bölgesinde konuşulan şive de Türkiye Türkçesine yakın dillerdir. Dinleri genelde Müslüman olmakla birlikte, Hristiyan, Budist ve Şamanist olanlar da vardır. Örf, adet ve geleneklerinde ortak özellikler çok fazladır.

Bölgenin dışında, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Moldovya ve Ukrayna’da azınlık olarak ABD, Avrupa ve Avustralya’da işçi veya akademisyen olarak yaşayan milyonlarca Türk bulunmaktadır.


TÜRK DÜNYASI'NIN ÖNEMİ


Türk Dünyası dediğimiz bölge, ekonomik ve stratejik açıdan, bütün dünyanın ilgisini çekebilecek derecede büyük bir önem arzetmektedir. 1989 yılından itibaren, bölgeyle ilgilenen gelişmiş ülkeler, bilhassa ABD, İngiltere, Hollanda, Almanya, Japonya, Güney Kore, İsrail, Türkiye, İran bölgenin ekonomik ihtiyaçları ve stratejik zenginliklerinden pay kapmak istemektedirler. Biz, Orta Asya’yı TÜRK DÜNYASI’nın bir parçası olarak görmekteyiz. Diğer parçalara da şöyle bir bakarsak; bölge yeraltı ve yerüstü kaynakları bakımından oldukça zengindir. Azerbeyacan petrol rezervlerinin 510 milyon ton, Tataristan’ın 450 milyon ton, Kazakistan’ın 1.500 milyon ton, Tümen bölgesinin 750 milyon ton olduğu gözönüne alınırsa, bölgenin cazibesinin boyutları kendiliğinde ortaya çıkar. Petrolün dışında stratejik önemi olan uranyum, volfram, yakut, elmas, altın, doğalgaz yatakları bakımından da oldukça zengin olan bölgede, her türlü sebze, meyva ve endüstri ürünleri tarımı yapılmakta, büyükbaş ve küçükbaş hayvan ile kümes hayvanları üretimi de dünya standartlarının üstüne çıkmaktadır.

Amerikalı uzmanın üzerinde durduğu herhangi birşeye sahip olmayan 130 milyon insanın yaşadığı, potansiyel bir market, TÜRK DÜNYASI içinde yeralmaktadır. Buraya mal satmak arzusunda olan bütün ülkeler, dikkatlerini bölgeye çevirmiş durumdadırlar.

TÜRK DÜNYASI, stratejik açıdan da büyük önem taşımaktadır. Hür dünya ülkeleri Çin’in gelişmesinden ve bir tehdit unsuru haline gelmesinden endişe etmektedirler. Çin’in en kolay gözlenebileceği yer, Çinle sınırı olan Kırgızistan ve Kazakistan’dır. ABD bunu çok önceden bildiği için gerekenleri yapmakta ve bölgeye özel bir önem verdiğini Kırgızistan’a sağladığı ekonomik yardımlarla göstermektedir.

Neresinden bakılırsa bakılsın, bölge büyük önem taşımaktadır. Bugün bölgede, Türkiye-İran ve Rusya’nın görünen, ABD, Türkiye, İran ve Pakistan’ın görünmeyen mücadelesi devam etmektedir. ABD Rusya’ya yaptığı ekonomik yardımlarla Rusya’yı yeniden ayakları üzerinde durabilecek hale getirmiştir. Türkiye’nin bölgede nüfus kurmasına ise pek sıcak bakmamaktadır. Yale Üniversitesi profesörlerinden Firuz Kazemdeh’in de kongreye tavsiyesi bu yöndedir. Kazamzadeh kongre alt komisyonunda yaptığı konuşmada “Ayrıca, bu işte Türkiye’yi desteklemenin “Amerikan Arabasını Türk Yıldızına döndürmenin” çok tehlikeli olacağı kanaatindeyim, zira, bu hemen Tacikistan’ı kışkırtacak ve İran’ın direnişini uyandıracak olan Pan-Turanizm fikirlerini akla getirecektir.” diyen Kazemzadeh, uzman olarak tavsiyesini yapmaktadır. Bu durum elbette Rusya’nın işine yaramaktadır. Burada aklımıza Rusya ile ABD’nin daha önce yaptıkları gibi, gizli bir anlaşma ile nüfuz sahalarını yeniden belirledikleri gelmektedir. Çünkü, Elçi Bey döneminde paylaşılan Azerbaycan petrollerinde ABD’nin üç şirketinin payı %21.3 iken, Aliyev döneminde %49.3’e yükseltilmiştir. Tunguz bölgesinde çalışmasına izin verilmeyen Mobil, daha sonra Tunguz bölgesi petrollerinin neredeyse %50’sine sahip olmuştur. Bu işlerin hemen akabinde Rusya Çeçenistan’a silahlı müdehalede bulunmuş, başbakan Çernomerdin Kazakistan’da Nazarbayev’e, eski Sovyetler Birliği’nin yeniden kurulmasını teklif etmiştir. Rusya, ABD’nin petrol paylarına nasıl sesini çıkarmamışsa, ABD de Rusya’nın müdehalelerine sesini çıkarmamıştır. Bu olaylar, iki ülkenin mahiyetini pek bilmediğimiz ikili bir anlaşma yaptıkları ihtimalini yükseltmektedir. ABD’nin Rusya ile ikili bir anlaşma yapmış olma ihtimali ne kadar yüksek ise de, yine de yanıltıcı yönleri olabilir. Bir kere ABD dünya pazarında hiçbir surette rakip kabul etmez. Rusya’yı şu anda rakip görmese bile, Rusya’nın ileride ciddi bir rakip olacağını da çok iyi bilmektedir. Bu bakımdan dizginleri elinde tutmayı düşünmektedir. Arada bir Kongre’de bazı senatörler “Biz Orta Asya’daki tüm demokratik hareketleri, ister laik, ister anti-laik hepsini desteklemeliyiz. Amacımız demokrasidir" diyerek Rusya’ya gözdağı vermektedir. Yani Rusya’ya tüm cumhuriyetlerdeki Rus karşıtı, milliyetçi, dinci hareketleri destekleyerek, kolunu kesebiliriz demekte ve Rusya’yı istediği biçimde yönlendirebilmektedir. Bu bakımdan insiyatif halen ABD’nin elindedir. İstediği tarafa ağırlığını koyabilir. Görünen o ki, herşey iradesi dahilindedir. Bugün demokrasinin bekçisi olan ABD, cumhuriyetlerde diktatörlerle kolkola girebiliyor ve demokrat muhalefet güçlerine destek vermiyorsa, bunun sebebi Rusya’dan sağladığı önemli menfaatlerdir. Yarın ne olacağı kesin olarak bilinmemektedir. Menfaatlerin ön planda olduğu asla hatırdan çıkarılmamalıdır. Bu sadece ABD için geçerli olan bir yöntem değildir. Bütün Batılı ülkeler aynı tarzda hareket etmektedirler. Özbekistan Devlet Başkanı İslam Kerimov Hollanda’yı ziyaret ettiği zaman, Kerimov’un başbakanla ve kraliçe ile görüşmesi Hollanda’da bazı tenkitlere sebeb oldu. Tenkitçilerden Hollanda’nın en ciddi gazetesi NRC Handelsblad gazetesinin yazarlarından Hubert Smeets “İslam Kerimov sıradan biri değildir. O muhalefete parlamento kapılarını kapatan ve hoşuna gitmeyen muhalefet liderlerini yurt dışından kaçırarak geri getiren biridir.... Kerimov’un insan haklarını hiçe sayan bu davranışları O’nun Hollanda için önemini azaltmaz. Kerimov, pamuk, petrol ve altın parasına sahiptir ve Hollanda ile iş yapmak istemektedir. Önemli olan Hollanda’nın menfaatidir. Başbakan ve Dışişleri Bakanı, Kerimov’a bu konuda yardımcı olabilirler. Fakat bu işe kraliçeyi karıştırmak pek lüzumsuz gibi...” demektedir. Yani bütün amaç, Hollanda’nın menfaati ve Orta Asya’dan bir pay kapmak istemesidir. İnsan hakları, demokrasi önemli değildir. Batı budur. Pay kalmadığı zaman, Batı da elini herşeyden çekecek, yeni pay kapabileceği bölgelere yönelecektir. Bunun için yarın ne olacağını kimse bilemez diyoruz.


TÜRK DÜNYASI'NDA MİLLİYETÇİLİK HAREKETLERİ


Ruslar’ın, Çar İvan Grozni’den başlayan ve I.Petro döneminde sistemleştirilen bir politikaları vardır. Bu politika “Sıcak denizlere inmek” şeklinde özetlenebilir. Yayılmacı bir politikadır. Çar İvan Grozni’nin, Batıya ve Güneye doğru yayılması, o günün şartları altında mümkün değildi. Batısında ve güneyinde devrin en güçlü devleti Osmanlı İmparatorluğu vardı. Bu büyük gücün varlığı İvan Grozni’yi doğuya yönelmeye mecbur etti. Doğuya giderken takip edebileceği iki yol vardı. Hazar Denizinin güneyine inerek, İran üzerinden Orta Asya’ya ulaşmak yahut Hazar Denizinin kuzeyinden İdil (Volga) boyunu takip ederek Orta Asya’ya ulaşmak. Birinci yolda İran gibi güçlü bir devletin olması, ikinci yolun tercih edilmesine sebeb oldu. Ve Ruslar bu yoldan hareket ederek, 1551’de Çuvaşistan’ı, 1552’de Tataristan’ı işgal ettiler. Daha sonraları Sibirya üzerinden Orta Asya’ya indiler. 1800’lü yıllarda artık Orta Asya’nın işgali için bir engel kalmamıştı. Dağıstan’da Şeyh Şamil direnişinin kırılması ile boş kalan ordularını Orta Asya’ya yolladılar. Yedi Sular Bölgesinden Kırgızistan’a girerek kısa zamanda Orta Asya’yı ve son direnç noktaları olan Hivye, Hokand ve Buhara Hanlıklarını işgal ettiler.

Ruslar’ın bu yayılmacı emelleri ve zalim tutumları Türk topluluklarında büyük bir nefret ve dikkatle izlenmiştir. Rusların zalim davranışları, daha Çarlık Rusyası zamanında Milliyetçi hareketlerin doğmasına sebeb olmuştur. Rus İmparatorluğu içindeki Kırım ve Volga Tatarları, modern milliyetçilikten ilk etkilenen Türk İslam ulusları olmuşlardır. Onların sayesinde milliyetçilik, tüm Türk Dünyasına bir ideoloji olarak yayılma imkanı bulmuştur. Şeyh Şamil’in destanımsı mücadelesi, Kuzey Kafkasya halklarının hiç unutmadığı bir mücadele olarak nesilden nesile aktarılmış ve Kuzey Kafkasya’da milliyetçi hareketleri hep ayakta tutmuştur. Denilebilir ki, Kuzey Kafkasya Türkleri, hiçbir zaman Rusya’nın tam boyunduruğu altına girmemişlerdir.

Kırım Tatarlarından Gaspıralı İsmail Bey, Cafer Seyit Kırımer, Şah Cihan, Volga Tatarlarından Yusuf Akçura, Zeki Velidi Togan, Ayaz İshaki, Batulla Taymaz ilk aklımıza geliveren milliyetçi aydınlardır. Komünizmin Çarlık Rusyası ile olan mücadelesinde milliyetçiler bütünüyle Komünistleri desteklediler. Lenin’in “Halklara Özgürlük” sözü Türk Milliyetçilerinin Çarlık Rusyası’ndan kurtulma istek ve arzuları, onların komünistlerle birlikte olmalarına yolaçtı. Fakat komünistler ülkede hakimiyetlerini sağlamalaştırınca, bütün işbirlikçilerini yokettiler. M.Emin Resülzade, Hüseyinzade Ali Bey, Hüseyin Cavid, Ahmet Cevat, Sultan Galiyev, Zeki Velidi Togan gibi şahsiyetler ya öldürüldüler ya da ülke dışına kaçmak zorunda bırakıldılar. Bu arada Türkistan’da Korbaşılar, Kuşçubaşı Eşref Bey, Hacı Sami Bey gibi tecrübeli ittihatçılar tarafından organize edildiği için 1937’lere kadar mücadeleyi devam ettirdi. 1937’de son Korbaşı Şir Hikmet Bey’in ülkeyi terk etmesiyle bu hareket de sona erdirildi. Ve 1937 yılı, tüm Türk bölgelerinde milliyetçilerin hasadı bekleyen başaklar gibi biçildiği bir yıl olarak hafızalara nakş edildi.

İkinci dünya savaşı yıllarında bilhassa Kafkasya ve Kırım’da, Almanya destekli kurtuluş hareketleri ortaya çıktı. Almanların kurduğu Türkistan taburları, Ruslara karşı savaşa girdiler. Fakat Almanlar savaşı kaybedince, Kırım Tatarları, Karaçaylar, Ahıska Türkleri, Balkarlar ve Çeçenler özgürlük mücadelelerinin sonucunu çok pahalı bir şekilde ödediler. Stalin’in hışmına uğrayarak, çoluk çocuk, yaşlı genç bakılmadan, tümü yurtlarından alınarak, Orta Asya’nın çeşitli bölgelerine, Sibirya’ya sürgün edildiler. Korkunç katliamlara, sonu gelmez acılara sebebiyet vermesine rağmen özgürlük mücadelesi hiç durmadı. Stalin celladının ölümünden sonra, Kruşov döneminde, Çeçenler, Karaçaylar, Balkarlar ve Kırım Tatarları’nın yurtlarına dönmelerine izin verildi. Tabii ki, bu dönemde ortaya çıkan ve bugün de özgürlük mücadelesine yılmadan devam eden Mustafa Cemil Kırımoğlu’nu burada anmamak hakka vefasızlık olurdu.

20.yy ikinci yarısından itibaren milliyetçilik kavramına “İnsan hakları” kavramı da eklendi. Mücadelenin boyutu böylece biraz daha genişletildi. Türk olmayan bir kısım halklar ve kişiler de, mücadeleye bu sayede destek verdiler. 1980’lere Brejnev’le gelen Sovyet toplumu, bu arada tankların, Çekoslovakya’daki özgürlük ateşini nasıl söndürdüklerini de gördüler. 1985 yılında Sovyetler Birliği’nin başına Mihail Gorbaçov geldi. Gorbaçov, sistemdeki aksaklıkların meydana getirdiği içinden çıkılmaz ekonomik bunalımın giderilebilmesi için, batılı ülkeler tarafından kendisine önerilen, (bilhassa ABD tarafından) reformlara başladı. Bu Sovyetler için sonun başlangıcı oldu. Oldukça hafif bir yumuşama gösteren rejim, Sovyetleri meydana getiren halkların kimlik arayışları ve isyanlarıyla karşılaştı. Artık Sovyetler Birliği’nin her tarafında milli kimlikleri için ayaklanan, hak arayan yüzlerce kuruluş ortaya çıktı.Önce Baltık ülkelerinde başlayan Halk hareketleri, diğer cumhuriyetlere sıçradı. Doğu Almanlar Berlin duvarını yıkarak, Batı Almanya ile kucaklaştılar. Dayanışma Sendikası Polonya’da iktidarı ele geçirdi. Azerbaycan’da Halk Cephesi, Özbekistan’da “Birlik” Hareketi açık bir şekilde komünistlere karşı verdiği özgürlük mücadelesini meydanlara taşıdılar. Bu arada bölgesel kimlik çatışmaları da görülmeye başladı. Abhaz-Gürcü, Moldovan-Gagavuz, Ahıskalılar-Özbek, Kırgız-Özbek, Moldovan-Rus gibi.... Bu dönemde Sovyetler Birliği, tam bir, kaynayan cadı kazanına dönmüştü. Ortaya çıkan olayların sebebi, yaratılmak istenen Sovyet insanı ve unutturulmaya çalışılan milliyetlerdi.

Bu kargaşa ortamında Türk Cumhuriyetlerinde ve Türk bölgelerinde Milliyetçi, özgürlük mücadelesi veren kuruluşlar filizlendi. Bunlar;

- Azerbaycan Halk Cephesi

- Özbekistan "Birlik" Halk Hareketi

- Kazakistan Alaş-Orda Hareketi

- Türkmenistan Ağız “Birlik” Hareketi

- Kırgızistan Alaş-Başan Hareketi

- Tataristan Özek Cemiyeti

- Çuvaş Kalkınma Partisi

- Türk Halkları Asamblesi

- Türk Dünyası Gençler “Birliği”

- Kırım Milli İttifak Hareketi

- Balkarya Töre Teşkilatı’dır.


MİLLİYETÇİ HAREKETLERİN ORTAYA ÇIKIŞ SEBEPLERİ


Sovyetler Birliği’nde ortaya çıkan milliyetçi hareketlerin çıkış sebebi bütün halk hareketlerinde olduğu gibi, sosyal, ekonomik ve siyasidir. Tabii ki, bölgesel şartları da dikkate almak gerekir. Bu sebepler incelenirken, bölgesel şartlar yeri geldikçe incelenecektir.


1. SOSYAL SEBEPLER

Siyasi bir sistemin, adı ne olursa olsun, çökmesinde sosyal sebeplerin büyük bir yeri oluğu herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. İnsanın sosyal bir varlık olması, onun bir takım sosyal ihtiyaçlarının olduğunu gösterir. Bu ihtiyaçlar, giderilemediği takdirde, bazı hadiselerin ortaya çıkması tabiidir. Sovyetler “Birliği” getirdiği sistem ile, insanın sosyal olma özelliğine ters düşen davranışların yaygınlaşmasına sebep olmuştur. Mesela; ailenin kutsal bağlarını zayıflatılması, yalancılık, sahtekarlık.... gibi olayların artması cemiyette bir tepkinin doğmasına sebep olmuştur. Sosyal sebep dediğimiz, oluşumları şu şekilde toparlamak mümkündür.

- Toplumun temel direği olan dini ve ahlaki değerlerin çökertilmesi,

- Hırsızlık, suistimal, yalancılık ve rüşvetin yaygınlaşması,

- Kutsal aile bağlarının zayıflatılması,

- Verilen sözlerin tutulmayışı,

- Türklerin ikinci sınıf vatandaş sayılması,

- Kollektivizm.


DİNİ VE AHLAKİ DEĞERLERİN ÇÖKERTİLMESİ

Dünya üzerindeki bütün dinlerin amacı; insanları bir ve beraber olarak mutlu ve refah içinde, sevgi ve saygıya dayalı bir hayat anlayışında birleştirmektir. Yani din, cemiyetin intizamlı bir hayat sürmesi için gerekli olan bir takım kaideler toplamıdır. Sevgiyi, dürüstlüğü, saygıyı, insani vazifeleri verirken, yalancılığı, haksızlığı, zulmü, adaletsizliği reddeder. Toplumun, kardeşçe yaşamasını emreder.

Komünist sistem, bütün bu güzelliklere karşı, kendi geliştirdiği sistemin kaidelerini monte edebilmek için, dini reddetmiştir, Allah’ı inkar etmiştir. Ve hakimiyeti altındaki bölgelerde dini ibadet yapılmasını yasaklamıştır. İnanılacak tek değer olarak, Allah’ın yerine kendisini koymuştur. Ana okullarından başlayarak, üniversitelere kadar “Evrensel Din” adıyla komünizm eğitimi verilmesini zorunlu kılmış, dini ve ahlaki değerleri; kapitalistlerin, sermaye sınıfının, bir yutturmacası olarak gösterip, yok edilmesi için savaşmıştır. Devletin gücüyle, polis baskısıyla bu emeline de eriştiğini söyleyebiliriz. Toplumu meydana getiren fertlerin, ihtiyacı olan dini ve ahlaki eğitimin verilmeyişi, Sovyetler "Birliği”’nde sosyal çalkantılara sebep olmuş ve “Homo Sovyetekus” adını verdiğimiz yeni bir insan tipi ile dünyayı tanıştırmıştır. Bu insanda Allah korkusu yoktur. Bu insanda dini ve ahlaki hiç bir değer yoktur. Bu yüzden bu insan; yalancıdır, sahtekardır, acımasızdır, bencildir, hırsızdır, insani ilişkileri zayıftır, korkaktır. Bu tip insanların ortalığı kaplaması elbette toplumda bir takım tepkilerin, karşı koyuşların ortaya çıkmasına sebep olacaktı. Çok hafif bir yumuşama döneminde, halkın ayaklanması bunun göstergesidir.


HIRSIZLIK - SÜİSTİMAL - YALANCILIK VE RÜŞVETİN YAYGINLAŞMASI

Komünist sistemin yetiştirdiği ve yukarıda özelliklerini saydığımız insanların idare ettiği bir cemiyette, hırsızlığın, suistimalin, yalancılığın ve rüşvetin yaygınlaşması kadar başka bir doğal gelişme beklenemezdi. Artık herkes, birbirine yalan söylemeyi, birbirini kandırmayı, birbirini soymayı, rüşvet alıp vermeyi doğal birer olgu olarak karşılamaya başlamıştı. Yani cemiyet tefessüh ediyordu. Cemiyetin bu başıbozukluğu, insanlardaki bozuk olanı değiştirme iç güdüsünü harekete geçirdi. Rüşvetten, hırsızlıktan, yalancılıktan, suistimallerden bıkan geniş kitleler, önceleri fiskos halinde çıkan seslerini yumuşama döneminde yüksek sese çevirdiler. Ve bunların önlenmesini talep ettiler. Fakat, bunların sistemin bir gereği olduğunu bilmedikleri için, düzelmesini bekleyip durdular. Sistem değişmediği sürece, bu çirkinliklerin devam edeceğini bilenler ise sistemin değişmesini talep etmeye başladılar. Ebülfez Elçibey “Rüşvet, suistimal, yalancılık, hırsızlık komünizmin gayri sahih çocuklarıdır. Komünizm bitmeden, onların bitmesi mümkün olabilmez” diyor. Komünist Partisi’ne üye olmadan yükselmek, bir mevkii sahibi olmak, rahat yaşamak, para sahibi olmak mümkün değildi. Komünistler de bunu bildikleri için, alınacak yeni üyeleri partiye rüşvetle kaydediyorlardı. Partiye girenler daha sonra, bir göreve de rüşvetle geçiyorlardı. Partiye girerken, yeni bir göreve başlarken rüşvet veren bir insanın, daha sonra verdiklerini toplaması kadar tabii bir şey herhalde olmaz. Ebülfez Elçibey “Rüşvet bu imparatorluğu mutlaka dağıtacak” diyor. Başka hiç bir sebebe dokunmadan, rüşvetin imparatorluğu dağıtacağını söylemesi, rüşvetin ulaştığı boyutları göstermesi açısından ilginçtir. Halkın en büyük sıkıntısı rüşvetin önlenmemesiydi. Komünistlere karşı başlatılan mücadelelerin baş söylemi “RÜŞVET”ti. Rüşveti yok edeceğini söyleyen bir hareket, halktan büyük destek alıyordu.


AİLE BAĞLARININ ZAYIFLATILMASI

Komünistler, cemiyetin yapısı içinde ailenin rolünü çok iyi biliyorlardı. Kendi sistemlerinin yerleşebilmesi, aile terbiyesinin verilmemesi ile sağlanabilirdi. Bu yüzden, aileyi meydana getiren ana ve babayı çocuktan ayrı tutmak birinci vazifeleri olarak biliniyordu. Anne ve baba çalışmaya mecburdu. Çocuklar ana okullarına bırakılıyor, orada sistemin parçaları tarafından eğitiliyordu. Böylece çocuk, ana baba şefkatinden, aile terbiyesinden yoksun olarak yetişiyor ve gelecekte partinin sadık bir bendesi oluyordu.

Sovyet sisteminde evlenme ve boşanma çok kolay bir hale getirilmişti. Bugün evlenen, ertesi gün boşanabilirdi. Belki gelenek, belki sovyet hukuk sistemi çocuğun sorumluluğunu anneye yüklüyordu. Evlenmeden çocuk sahibi olmak devlet tarafından teşvik ediliyordu. Üniversite ve fabrika yurtlarında kadın-erkek aynı katları paylaşıyor, cinsi münasebette bulunabiliyorlardı. Böylece neseb-i sahih milyonlarca çocuk ortaya çıkıyor ve aile yaşantısından mahrum bir şekilde yetişiyordu. Bugün Tataristan bu neseb-i sahih çocukların problemini çözmek için uğraşmaktadır. Sorumsuz erkekler, daldan dala konuyor, daha önce beraber oldukları kadınları çocukları ile başbaşa bırakıyor ve bir daha ne arıyor, nede soruyordu. İstenen; ailenin yok edilmesi, aile yerine komünist partiye bağlanmaktı. Tabii ki, bu durum, bazı insanların tepkisine sebep oluyordu. Bunlar daha sonraki yumuşama döneminde, düzeltilmesi gereken hususlar olarak ortaya getirildi. Ve yeniden aile hayatının canlandırılması talep edildi.


VERİLEN SÖZLERİN TUTULMAMASI

Komünistler, Çarlık Rusyası ile iktidar mücadelesi yaparken, desteğine ihtiyaç duydukları her kesime, bol bol vaatlerde bulunmuşlardı. Lenin “Halklara Özgürlük” “Her halk kendi kaderini tayin etme hakkına sahip olacaktır”diyordu. Çarlık Rusyası’nın insanlık dışı davranışlarından bıkan Türk halkları, Lenin’in bu vaatlerine kanarak, komünistlerin safında yer aldılar. Uzun mücadeleler neticesinde komünistler iktidarlarını sağlamlaştırınca, bu vaatler unutuldu. Bu vaatleri hatırlatmaya cüret edenlerde acımasızca idam edildi. Ayrıca komünistler sistemlerinin, eşitlik ve adalet ilkeleri üzerine kurulacağını, tüm halkların eşit olacaklarını söylemişlerdi. Fakat uygulamaları, Türk Halklarını köle durumuna düşürünce, bu vaadde boş çıkınca, bunların sözlerine inanılmayacağı kesin olarak anlaşıldı. Bilhassa Stalin’in uygulamaları Türk Halklarında büyük bir nefretin doğmasına sebep oldu. Verilen sözlerin tutulması daha sonraki dönemlerde talep edilir hale geldi.


TÜRKLERİN İKİNCİ SINIF VATANDAŞLAR SAYILMASI

Türk elleri, Çarlık Rusyası zamanından itibaren sömürgeleştirilmeye başlanmıştı. Bu dönemde Ruslar; bütün zenginlikleri sömürdükleri gibi, asimilasyon politikası izleyerek, Türk halklarını Ruslaştırmanın gayreti içindeydiler. Rusça tüm bölgelerde ortak ve mecburi dil haline getirilmiş, Rus adet ve gelenekleri empoze edilmeye başlanmıştı. Herhangi bir yerde iş bulabilmenin birinci şartı Rusça bilmekti. Hele biraz da, Rus adetlerine uygun hareket ederseniz şansınız yükseliyordu. Bu durum, tabii olarak yerli halkın tepkisini çekiyordu. Mekteplerde kullanılan eğitim dilinin Rusça yapılması, Azerbaycan ve Kazakistan’da şiddetli gösterilerin yapılmasına sebep olmuştu. Fakat Ruslar, bu protestoları şiddet kullanıp, anında bastırıyorlar ve başka ses çıkmasını önlüyorlardı. Ruslar tamamen efendiler, diğer halklar ise kölelerdi.

Bu durum Çarlık Rusyasından, Sovyet Rusyasına da aynen intikal etti. Ruslar, her zaman her yerde efendi millet, diğer halklar ise kölelerdi. Bir zamanlar Lenin’in Çarlık Rusyası için söylediği “Halklar hapishanesi” sözü, komünistlerin zamanında da geçerliliğini koruyordu. Hakim sınıf olan Ruslar, tüm hak ve hürriyetleri, en iyi şekilde kullanırken, zavallı esir halklar hiç bir hak ve hürriyete sahip olmadan köleler gibi yaşamaya mahkumdu. Ruslar, bilhassa Türklere, tüm yolları tıkamışlardı. Komünist Partisi’ne girenler dahi, belli bir yere kadar gelebilirlerdi. Oradan ötesi onlar için mümkün değildi. Mesela; orduda Türkler general olamazdı, partinin idari kadrosuna giremezdi, devlet veya şehir yöneticisi olamazdı. Ama mecburi askerlik yaparlardı, fabrikalarda işçi, usta, usta başı olabilirler, fakat fabrikanın yöneticisi olamazlardı. Bir ara Tataristan’da Tatarlar’ın Kazan’a gelip yerleşmeleri bile yasaklandı. Hatta emri yanlış anlayan yönetici, Tatarlar’ı gezmek için bile olsa Kazan’a sokmamıştı.

Efendiler, istediklerini yapabilirlerdi, fakat köleler, ancak efendilerinin izin verdiği işleri yapabilirlerdi. Efendiler, köleleri öldürme hakkına bile sahipken, köleler sadece çalışma ve üretme hakkına sahiptiler. kendi dilleri ile konuşamazlar, yazamazlar, kendi kültürlerini öğrenemezler, dinlerinde ibadet edemezler, istedikleri üniversitelerde okuyamazlardı. Bu ve benzeri uygulamalar, Türk halklarının Ruslar’dan nefret etmelerine sebeb oldu. Bu nefret o derece ileri boyutlara ulaştı ki, bağımsızlığın ilk günlerinde Kazakistan ve Özbekistan’da yaşayan Ruslar'a karşı, istenmeyen tarzda müdaheleler yapıldı.

Bağımsızlık ve demokrasi için yola çıkan bütün kuruluşlar, halkın Ruslar’dan nefretini çok iyi kullandılar. Örgütün ilk kuruluş sebebleri içinde bu müthiş nefret de saymak herhalde yanlış olmaz. Abdurrahim Polat, “Birlik”in ilk kurucularından Dedehan Hasan hakkında “Ruslar’dan nefret ediyordu ve müthiş bir Rus düşmanıydı. Onun için “Birlik”, sadece ve sadece, Ruslar’a karşı duyduğu nefretin açıkça ifade edilebileceği bir kuruluştu” diyor. Bu duygunun getirdikleri, elbette götüreceklerinden fazlaydı. Halk Rus karşıtı bir politikaya büyük prim veriyordu. Bu onun için kendi ülkesinde efendi olmak demekti. Yüzyıllar boyunca süren köleliğe son vermek demekti. Bu yüzden milliyetçi kuruluşların peşinden milyonlar gitti. Bu dönemde komünistler dahi, şekil değişikliği yaparak, Ruslar’dan, o hayran oldukları Ruslar’dan uzak durmayı, politikalarına uygun hale getirdiler. Hatta İslam Kerimov, bir genelge yayınlayarak Özbekçe öğrenmeyen Ruslar’ı devlet işlerinden çıkarılacağını duyurdu. İşte tam bir politika değişikliği örneği...


KOLLEKTİVİZM

Türkler, tarihin hiçbir döneminde, devlet köleliği demek olan kollektif bir ekonomik sistem altında yaşamadıkları için, komünistlerin uyguladığı Kollektivizme en fazla direnen halklar olmuşlardır. Bilhassa Stalin döneminde yaygınlaştırılan bu anlayış sonucunda, toprağını, evini, bağını, bahçesini, yerini, yurdunu kaybeden milyonlarca insan, bir takım hareketlere girişmişlerse de, çok şiddetli ve acımasız bir tepkiyle karşılaştıkları için pek fazla etkili olamamışlardır.Tüm Sovyetler “Birliği”’nde kollektiv çiftliklerin en uzun zamanda ve en güç şartlarda kurulduğu bölgeler, hep Türk halklarının yaşadığı bölgeler olmuştur. Hatta bazı bölgelerde, mesela, Tataristan, Başkurdistan ve Kırgızistan gibi yerlerde, komünistler devlet Kolhozlarının yanında bazı özel çiftlikler kurulmasına izin vermişlerdir. Bu görülmemiş uygulamanın sebebi, karşılaşılan şiddetli direnişti.

Herşeyin kollektif hale getirilmek istenmesinin doğurduğu tepki, son zamanlara kadar hiç eksilmeden sürüp gelmiştir. Türk halklarının yaşadıkları toprağa olan bağlılıkları, ailelerine duydukları sevgi ve saygı, ve bir şeye sahip olma istekleri, kollektifleştirme çabalarına karşı çıkmalarının önde gelen sebepleridir. Ve bu sebepler, yumuşama döneminde bir talep olarak yöneticilerin önlerine getirildi. Tabii ki, bu talepler reddedildi. o zaman da halk günün moda tabiri özelleştirmeden bahseden kuruluşlara, belki kaybettiklerini geri alabiliriz düşüncesi ile destek verdiler.


2. EKONOMİK SEBEPLER

Toplumsal hareketlerin en önemli sebeplerinden birisi de ekonomik sebeplerdir. insanoğlu yaradılışı itibariyle, hep iyi ve güzel şeyler ister. İsteklerini sıraya koyarsak; yeme-içme, rahat yaşama, güvenlik içinde olma şeklinde bir sıralama yapmak mümkündür. Yeme-içme ve rahat yaşama arzusu tamamen ekonomiktir. Karnını doyuramayan, rahat bir ortamda yaşayamayan insan için, devletin varlığı hiçbirşey ifade etmez. Ona, vatan, millet, bayrak, komünizm, sosyalizm, faşizm hiç bir şey anlatmaz. Kim karnını doyurmasına, rahat yaşamasına yardım ederse, o, hiç bir ideolojik yönüne bakmadan, o cephede yerini alacaktır. Bu yüzden bütün iktidarların ilk işi, insanın karnını doyurmasına ve rahat bir hayat sürmesine yetecek tedbirleri almaktır. Eğer bu tedbirler alınmazsa, sosyal bir patlama gerçekleşecek, iktidarlar halkın gücü ile tepe taklak olacaklardır. Bunun farkında olan iktidarlar, bu yüzden bütün önceliği bu işe verirler. Ülkemizde Sayın Demirel’in “Herşeye dokunun, ama dört beyaza asla dokunmayın.” sözü, bu görüşün ifadesidir. (Un-tuz-şeker-kaput bezi, dört beyaz)

Elbette Sovyetler Birliği yöneticileri de bu işin farkındaydılar. 1945’te sona eren II. Dünya Harbi’nin hemen ertesinde, Batılı ülkelerden aldıkları çok geniş yardımlar sayesinde, bu ilkeye pek sadık kaldılar. 1960’lı yıllara kadar Sovyet insanı, rejimin bütün çirkinliklerine rağmen mutlu sayılabilirdi. Çünkü hemen herkesin işi ve aşı vardı. Yiyecek ve içecek maddeleri her yerde bulunabiliyordu. Küçük de olsa bir evi, çalıştığı bir işi olan bu insanların, fazla lüksü bilmediklerinden mutlu bir hayat sürdüklerini söylemek, herhalde yanıltıcı olmaz. Devlet kendi ürettiği malların fiyatını sabit tuttuğu gibi, ithal ettiği az miktardaki malların fiyatını da sübvansiye ederek sabit tutuyordu. Fakat, dünya son derece hızla gelişiyor, yeni teknolojiler üretimin artmasını ve daha kaliteli malların ortaya çıkmasını sağlıyordu. Uluslararası ticari ilişkilerin artması çok uluslu şirketleri, onların varlığı da teknoloji değişimini ortaya çıkardı. Dünya milletleri yepyeni ve çok kaliteli mallarla, daha rahat yaşama imkanına kavuşurken, Sovyetler Birliği bu gidişe ayak uyduramadı ve ekonomik bir bunalıma sürüklenmeye başladı. Ekonomik bunalımın sonucu da yumuşama ve yeniden yapılanmayı gündeme getirdi. Yumuşama ve yeniden yapılanma isteğinin sebepleri, ekonomik olduğu için, biz bunları ekonomik sebepler başlığı altında incelemeyi uygun görüyoruz. Bunları, durmadan artan askeri harcamalar, başka ülkelere giden K.G.B harcamaları, Bürokrasinin ağır ve hantal yapısı, eskiyen teknolojinin yenilenmeyişi, daralan pazarlar, üretimin düşmesi, maliyetlerin yükselmesi şeklinde tasnif etmek mümkündür.


ASKERİ HARCAMALARIN ARTMASI

Sovyetler Birliği kurulurken, bütün dünyanın bir gün komünist olacağı ve liderliğini de Sovyetler Birliği’nin yapacağı tezi üzerine kuruluşunu oturtması, ona yakın gelecek için birtakım imkanlar sağlarken, uzak gelecek için ise dezavantajlar getirdi. Dünya liderliğine soyunan bir devletin, silahlı kuvvetlerinin çok güçlü olması gerekir. Çünkü, güçsüz ve zayıf ülkeler, bu büyük gücün karşısında, savaşmadan bir takım tavizler verirler. Sovyetler “Birliği”, bu kozu her zaman kullanmak zorundaydı. Bu yüzden çok büyük ve güçlü bir orduyu beslerken, ordunun modernizasyonunu da ihmal edemezdi. Bu yüzden ilk kuruluş yıllarına nazaran ordunun harcamaları olağanüstü artmıştı. 1964 yılında ordunun Çekoslovakya’ya olan müdahalesi Brejnev doktrinini de gündeme getirmişti. Bu doktrin esasında ordunun harcamaları da arttırıldı. 1979 Aralık ayında Afganistan’a giren Rus ordusunun Afganistan topraklarına gömdüğü milyarlarca dolar, ekonomik bunalımın belki de birinci sebebiydi. Hiçbir başarı elde edemeden geriye dönen Sovyet ordusunun, ekonomiye bindirdiği yük her türlü ekonomik dengeyi alt üst etti.

1960’lardan başlayarak, ABD ile uzay yarışına başlayan Rusya, ABD’nin tuzağına gelerek, hesapsız bir şekilde milyarlarca doları, bu sefer uzayın derinliklerine gömdü. Uzayda ABD ile yarışarak, dünyanın süper gücü olduğunu göstermeye çalışan Sovyetler Birliği, 1970’li yıllarda halkının temel gıda ihtiyaçlarını doğru dürüst karşılayacak bir ekonomik güce bile sahip değildi. Ekonominin bu durumunun bilinmesine rağmen, sırf prestij uğruna yapılan bu harcamalar, Sovyet Ekonomisini içinden çıkılmaz bir bunalımın eşiğine getirdi.


KGB HARCAMALARI

Sovyetler Birliği’nde sistemin bekçiliğini, koruyuculuğunu üstlenen, içte ve dışta faaliyet gösteren, en büyük ve en güçlü örgüt KGB’dir. KGB ulusal güvenlik teşkilatıdır. İçte rejim muhaliflerini izleme, bulma, yakalama ve yoketme görevi KGB’ye aittir. Dışta ise, casusluk faaliyetlerinin yürütülmesi, rejim aleyhtarlarının yokedilmesi, komünist dernek, parti ve teşkilatlara, kurtuluş savaşı verdiğini iddia eden komünist çetelere maddi ve manevi yardımlar yapılması bu teşkilatın göreviydi. Bu kadar kapsamlı görevleri üstlenen bu teşkilatta, yüz binin üzerinde adam çalışıyordu. Devlet içinde devlet olan KGB’nin kendine özel ve denetlenmeyen bir bütçesi vardı. Son dönemlerde patlak veren, Çekoslovakya, Polonya, Doğu Almanya, Kazakistan olayları, Afganistan savaşı, Afrika ve Güney Amerika’daki kurtuluş hareketleri, kuruluşun bütçesine çok ağır yükler bindirdi. Bütçesi yetmediği için, devlet bütçesine el attı. Böylece ülkenin ekonomik sıkıntıya düşmesinde önemli bir rol oynadı. Daha sonraları KGB belgeleri göstermiştir ki, sadece gizli veya yasal komünist partilerine harcanan para, milyarlarca doların üzerindedir. Dünyayı komünist yapma gibi çok iddialı bir tezin, faturası da çok ağır olunca, ekonomik bunalım kaçınılmaz oldu.


HANTAL VE AĞIR İŞLEYEN BÜROKRASİ

Sovyetler Birliği, bürokrasisi en yoğun ve karmaşık yapıya sahip bir devletti. Tüm üretim araçlarının devletin kontrolünde olması ve merkezden yönetilmesi, büyük bir bürokrat kesimin ortaya çıkış sebebidir. Sovyet devlet yapısı incelendiği zaman hayret verici bir yapılanma görülür. 16 milyon km2 büyüklüğündeki bir ülkenin, en uç noktasında kurulması gereken bir fabrikanın, merkezi planlama teşkilatından onay alması ve bu onayla polit büroya başvurarak kuruluş izni alması gerekmektedir. Basit gibi görünen bu olayı, sadece polit büro onayı için yılların gerektiğini söyleyerek anlatırsak, ne kadar güç bir iş olduğunu herhalde anlayabilirsiniz. Bir kere, binlerce, on binlerce onay alınacak mesele olduğunu ve polit büronun haftada iki defa o da ikişer saat çalışarak onay verdiğini söylersek, işin vahimliği kendiliğinden ortaya çıkar. Bir fabrikanın kurulması onayının binden fazla yazışmayı gerektirdiğini Azerbaycan Planlama Dairesi Başkanı Kerem Garayev Ali oğlundan duymuştum. Bu şartlarda, sanayi tesisi kurmak ve üretilen malları pazarlamak korkunç bir işkence halini alıyordu. Mesela; Tataristan’ın Çallı şehrinde kurulan büyük kamyon fabrikasının yapımı tam 46 yıl sürmüştü. Bu kırk altı yıl içinde kamyon motorlarında, kasasında, tekerleklerinde, aks ve dingillerinde iki-üç defa teknoloji değişimi sözkonusu olmuştur. Ama Çallı’daki fabrika kamyonları yine 46 yıl öncesinin teknolojisi ile üretiyor. Aynı şekilde Çuvaşistan’ın Çeboksarı şehrinde kurulan büyük traktör fabrikası da 37 yılda üretime başlayabilmiş, birkaç yıl sonra eskiyen teknolojinin yerine yeni teknoloji getirilmesi içinAlmanya ile bir ortaklık kurulmuş ve fabrika reorganizasyon dolasıyla kapatılmıştır.

Bürokrasinin ağır ve hantallığı ithalat ve ihracat rejimlerinde de kendisini çok fazla hissettirdiği için, mal alamaz ve mal satamaz duruma düşen Sovyetler Birliği, büyük sıkıntılara girmiştir. Bugün Sovyetler’den ayrılan bütün cumhuriyetlerin gümrük rejimini değiştirmeye çalışmaları, devleti yeniden yapılandırmak için uğraşmaları, bürokrasinin azaltılması ve hızlı bir yapıya kavuşturulması içindir. Artık, onlar, dış dünya ile temasa geçtiklerinden, aksaklıkları görmeye başlamışlardır. Bir pasaport alabilmenin, bir dergi veya gazete çıkarabilmenin,bir işe girebilmenin, bir araba veya ev sahibi olabilmenin, ne büyük bir bürokratik işkence olduğunu ancak bu işi yaşayanlar bilir.


ESKİYEN TEKNOLOJİNİN YENİLENMEMESİ

Sovyetler Birliği’nde sanayi tesisleri, oldukça geniş bir alana yayılmış, çok büyük fabrikalar ve küçük fabrikalar şeklinde organize edilmiştir. Büyük fabrikalarda 80-100 bin, küçük fabrikalarda ise 5-35 bin arasında işçi çalışmaktadır. Uçak fabrikaları, otobüs, kamyon, otomobil fabrikaları, televizyon, buzdolabı, çamaşır makinası fabrikaları, optik aletler fabrikaları, kimya tesisleri, petrol arıtma tesisleri, tekstil fabrikaları, gemi tezgahları, harp sanayi tesisleri gibi, sanayinin her dalına hitap edebilecek tesislere sahip olan Sovyetler Birliği, bürokrasinin yüzünden malesef, bu tesisleri tam manasıyla işletememiş ve yenileşen teknolojiyi fabrikalarına monte edememiştir. Bu tesislerdeki üretim miktarı, batı standartlarına göre oldukça düşüktür. Mallar pahalı ve kalitesizdir. Bunun elbette çok çeşitli sebepleri vardır. Fakat en başta fabrikaların tümünün devlet malı olması ve profesyonel bir şekilde işletilmemesini saymak gerekir. Fabrikaların yöneticileri devlet memurudur. Oraya ya iltimasla , ya da rüşvetle gelmiştir. Önce kendi geleceğini garanti altına alacaktır.Göreve gelirken bir üretim hedefi ortaya koyduğu için, kağıt üzerinde bu hedefi tutturacak, hatta geçecektir. Fakat gerçekte üretim çok aşağılarda seyretmiştir. Yönetici için bu problem teşkil etmez. Malları gönderdiği kimselerle, çıkar üzerine bir anlaşma sağlayarak, malların sayısını yüksek gösterir ve aradaki farkı, fabrikadan karaborsa ile sattığı malların parasından karşılar. Bu durum aynıyle sabittir. İkinci husus, fabrikalarda eski teknoloji kullanılmasıdır. Sovyetler “Birliği”, ilim ve teknolojide batının çok gerisinde kalmıştır. Batının benzer tesislerde uyguladığı teknolojiden habersizdir. Bu yüzden malları kalitesiz, gösterişsizdir. Üretim düşüktür. Bu yüzden de pahalıdır. Dünya piyasalarında satış şansı yoktur. Ancak uydu ülkelere ve iç pazara satabilmektedir.Tabii ki bu durum Sovyetler “Birliği”’ni döviz darboğazına sokmuştur. Ülke ihtiyacı olan malları alamaz duruma gelmiştir. Sonuç ekonomik sıkıntılar ve bunalımdır.


ÜRETİMİN DÜŞMESİ - MALİYETLERİN YÜKSELMESİ - DARALAN PAZARLAR

Ağır ve aksak işleyen bir bürokrasinin elinde oyuncak olmuş sanayi tesislerinin; eski teknoloji kullanmaları, işletme yönetiminin olmayışı, çeşitli yolsuzluklar, işçilerin belli bir hedeflerinin olmayışı, satışların düşmesi, stokların artması gibi sebepler yüzünden istenilen düzeyde bir üretim gerçekleştirmeleri mümkün değildir. Aynı sebeplerden dolayı maliyetler yükselmiş, devlet iç pazarda sübvansiyon yaparak, maliyetin yükselmesini tüketiciye yansıtmamaya çalışmıştır. Bu yüzden bütün fabrikalar zarar etmeye başlamıştır. Üretim düşük, kalitenin iyi olmayışı yüzünden dış satım imkanları da oldukça azalmıştır. Dünya ülkeleri Sovyet mallarını, pahalı ve kalitesiz, kaba buldukları için batı ülkelerinin mallarını tercih etmişlerdir. Bu durum Sovyetler Birliği’nde katma değer artışının reel olarak düşmesine, stokların artmasına sebep olmuştur. 1985 yılında Sovyetler Birliği’ndeki katma değer artışının %60’ı stoklardaydı. Aynı yıl Japonya’nın stok miktarı bir günlük üretimi kadardı


Sovyet ekonomisinin bu durumu, insanları yeni arayışlara yöneltmiştir. Bu arada iyi söylemlerle ortaya çıkan kuruluşlar, başarı sağlamış ve iktidarların değişmesine, bazen de durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapılmasına sebep olmuştur. Gorbaçov’un; elindeki ekonomiyi düzeltmek için başladığı reformlar, belki Sovyetlerin sonunu getirdi ama, bugün görülüyor ki, Rusya Federasyonu için bir kurtuluş olmuştur.


3. SİYASİ SEBEPLER

Türk Dünyasında milliyetçi hareketlerin doğmasına ve gelişmesine imkan veren sebeplerin en önemlisi, hiç şüphe yoktur ki, siyasi sebeplerdir. Türk Milleti bağımsız yaşamayı ilke olarak benimseyen milletlerden biridir. Hatta bağımsız yaşamadıktan sonra ölmeyi tercih edebilecek bir yapıya sahiptir. Bu yüzden M.Kemal Atatürk “Bağımsızlık benim karakterimdir”, “Ya istiklal ya ölüm” demiştir. Türk Dünyasında yer alan Türk Halkları da aynı duyguyu paylaştıklarını ele geçen her fırsatta göstermişler, Rus işgalinden kurtulabilmek için, ölümü göze alarak mücadele etmişlerdir. Bağımsız yaşama arzusunun devamlılığı hareketlerin kuruluş sebeplerinin başında gelmektedir. Bu tesbiti yaptıktan sonra siyasi sebepleri incelemeye geçebiliriz. Çünkü bu duyguya sahip olmayan toplulukların, bu şekilde bir hareketi kurmaları ve geliştirmeleri düşünülemez.

Siyaset kelime manası bakımından “İdare etme, yönetme isteğini fiile geçirebilme için yapılan iş ve hareket” şeklinde ifade edilmektedir. Manayı biraz daha genişletirsek; ülkeyi ve insanlarını; refah ve mutluluk içinde yaşatmak, dünya ülkeleri içinde hür ve müstakil kılmak, refah seviyesini devamlı yükseltebilmek için, ülke içinde ve dışında yapılan iş ve hareketlerdir, diyebiliriz. Tüm dünyada siyaset, yani politika bu işler için yapılır. Yüksek idealler, ancak elde organize bir gücün bulunması ile başarılır. İnsan topluluklarındaki en organize güç devlettir. Yani politika devleti ele geçirmek, bu yüksek idealleri gerçekleştirmek maksadıyla yapılan iştir. Bu işin temeli halkın mutluluğudur. Devleti meydana getiren kurumlar, (adliye; polis, jandarma, ordu, üretim tesisleri, v.s.) iyi işletilirse ancak hedefe ulaşılabilir. İşte bu kurumlar, devletin yapısını, gücünü, kudretini meydana getiren organize güçtür. İnsanların hür yaşama arzularının gerçekleşebilmesi bu organize güce sahip olmakla mümkündür. Mesele bu organize güce sahip olabilmektir.Bu yüzden politika yapılır, bu yüzden askeri darbeler yapılır, bu yüzden isyanlar çıkarılır. Türk cumhuriyetlerinin yayıldığı coğrafyada, Rus işgallerinin başladığı ilk yıllardan 1937’lere kadar isyanlar çıkması, hür yaşama arzusunu fiile geçirecek, organize güce ulaşmak içindi. Fakat bu yolla hedefe ulaşılamadı. 1990’dan itibaren politika yaparak, organize güce ulaşma isteği gündeme gelmiş ve siyasi, milliyetçi hareketler ortaya çıkmaya başlamıştır.


18 Mayıs 2008 Pazar










*



Çin Hükümeti, Doğu Türkistan İslam Hareketi kurucularından İsmail Samed’i idam etti.

İdam, Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Doğu Türkistan bölgesinin başkenti konumundaki Urumçi şehrinde 8 Şubat tarihinde ve yerel saate göre saat 09:00’da gerçekleştirildi.
Samed’in eşi Buhejer, cenaze eve geldiğinde Samed’in kalbinin üzerinde bir mermi deliği gördüğünü söyledi.
Pekin'in “terörist” olarak suçladığı Doğu Türkistan İslam Hareketi grubunun kurucu üyelerinden İsmail Samed, Çin zulmü altında inleyen Doğu Türkistan halkının özgürlüğü için verdiği mücadeleler nedeniyle yargılanarak idama mahkum edildi.
Çin Hükümeti, Doğu Türkistan'da bağımsızlık isteyen halk üzerinde yıllardır büyük bir baskı uyguluyor. Pekin, İsmail Samed'den önce de bir çok Doğu Türkistanlı'yı idam etmişti.

Turan için şehit olan şair : MAĞCAN CUMABAY

Kazak Türklerinin Türklük ve Turan ateşiyle yanan, Sovyet işgalindeki Türkistan'ın bağımsızlığı için mücadele veren ve Turancı olduğu için 45 yaşında kurşuna dizilerek şehit edilen büyük şairi...

Mağcan Cumabay: Kazak edebiyatının ulularından. Büyük fikir ve dava adamı. Hürriyet aşığı, coşkulu şair. 1893’de Kuzey Kazakistan’da doğdu. Babası Beken Bey (Ceken Bey) Mağcan’ın okumasına gerek görmez. Zira oğlunun köy mollası olmasını istemektedir. Ancak Mağcan babasını dinlemez, henüz 12 yaşındayken Çala Kazak Medresesi’ne devam eder. Bu medresede Arapça, Farsça ve Çağatay Türkçesini öğrenir. Yine aynı yıl Ufa’da bulunan Galiya Medresesi’ne başvurur. Bu medresede de Rus Dili ve Edebiyatı eğitimini alır. 1913 yılında Kazan’da Şolpan adıyla ilk şiir kitabını yayınlar. Kitabın yayınlanmasıyla birlikte, Mağcan Kazak ve Tatar milliyetçisi gençler arasında bir sembol isim haline gelir. 1923-1926 yılları arasında Moskova’daki Edebiyat Enstitüsü’ne devam eder. Enstitünün hocalarından V. Briusov, Mağcan’ı “Kazakların Puşkin’i” olarak adlandırır.

Mağcan Cumabayev, Sovyet ihtilalinin gerçekleştiği 1917 yılı içinde Mir Cakıp Dulatoğlu, Ahmet Baytursunoğlu, Alihan Bükeyhanoğlu, Seken Seyfullin, Muhammedcan Seydalin, Esfendiyar Köpeyoğlu, Sultan Mahmut Toraygıroğlu gibi fikir adamı yazarlarla tanışır ve Alaş Orda hareketinin siyasal gelişimine destek verir. Yapılan Alaş kurultayı sonunda Alaş Orda Hükümeti kurulur, Kazakistan’ın bağımsızlığı ilan edilir (13 Aralık 1917). Alaş Orda Hareketi, Kazakların tarihe geçmiş meşhur bağımsızlık hareketidir. “Ne korsem de Alaş üçin korgenim / Magan atak ultım uşın olgenim – Ne görsem de Alaş için görürüm / Bana armağandır yüce halkım için ölürüm” mısraları, Mağcan’ın kaleminden o yıllarda çıkmıştır.

Mağcan, 1922 yılında değerli yazar Hazer Törekuloğlu’nun davetiyle Taşkent’e gider. Orada Şolpan, Sana ve Akjol gazetelerinde şiirlerini yayınlar. İşte bu sırada meşhur Kazak aydın ve yazarı Avezov ile tanışır. Yazdığı şiirlerinde Kazak halkının Sovyetleşmesine karşı çıkmakta, Kazak halkına ata yurduna ve bağımsızlığına sahip çıkmasını öğütlemektedir. Stalin’in yönetime gelmesiyle birlikte Alaş Ordacılar baskı altına alınmaya başlanır. Mağcan’ın yakın çevresi, ya tehditlerle ya da menfaat karşılığında Mağcan’ı terk etmeye başlar. Mağcan her geçen gün yalnızlaşmaktadır. Kitapları basılmaz, şiirleri yayınlanmaz. Ailesini geçindirecek maddi imkanı kalmaz. Mağcan’a selam veren dostu kalmamıştır çevresinde. O artık, yalnız bir adamdır. İşte bu yıllarda yazdığı ve yüreğiyle dertleştiği mısraları kaleme alır. “Ey yüreğim benim ne suçum var, bu halkı sen sev dedin ben de sevdim” mısralarında içine düştüğü yalnızlığı, terk edilmişliği ve sahipsizliği ifade eder. Şiirleri yasaklanır. Bu yasak 1988 yılına kadar devam eder.

Moskova’da 1925 yılında kurduğu Alka adlı edebiyat derneğinin karşı devrimci faaliyetler yaptığı iddiasıyla, Mağcan tutuklanır ve idama mahkum edilir. Ancak, cezası 10 yıl sürgün cezasına çevrilir. 1930’da başlayan sürgün yıllarını çalışma kamplarında geçirir. Rus yazarı Gorki’nin yardımlarıyla 1936 yılında hapishaneden çıkar. Almatı’ya döndükten sonra Muhtar Avezov’un tutuklanmasına yardımcı olacak bilgiler vermesi istenilir. Mağcan böyle bir alçaklığı yapacak insan değildir. Ve “Japon Casusu” suçlamasıyla, 1937 yılının Aralık ayında yeniden tutuklanır. Ama Mağcan sorgulama sırasında maruz kaldığı işkencelere dayanamaz... Suçlamayı kabullenir. 19 Mart 1938’de kurşuna dizilerek öldürülür. Sovyet işgali altında bulunan Türk yurtlarındaki aydınlardan biri daha böylece susturulmuştur.

Mağcan, milli istiklal ve milli istikbal âşığıdır. Onun milleti Türk, yurdu Türkistan’dır. Boycu, soycu değildir. Turancıdır. Onun Turancılığında, Türkistan olarak bilinen Türk yurtlarında Türk topluluklarının bağımsız yaşaması vardır. Türk boylarının eski günlerde, Altay Dağlarının eteklerinde yaşadığı günlerde olduğu gibi, yeniden altın günlerini yaşamasının hayaliyle kıvranmaktadır. Bizim, Anadolu’da yedi düvele karşı vuruştuğumuz günlerde kaleme aldığı “Alıstaki Bavırıma” (Uzaktaki Kardeşime) adlı şiirinde bu tarih bilinicini ve özlemini ortaya koymuştur. Şair bu şiirinde Altay Dağlarının çevresinde Türk Milleti’nin yaşadığı altın günleri yâd ettikten sonra, Anadolu Türklüğüne şu mısralarla seslenir:

Bavırım, sen o jakta, ben bu jakta Kardeşim, sen o yanda, ben bu yanda
Kaygıdan kan jutamız. Bizdin atka Kederden kan yutuyoruz. Bizim adımıza
Layık pa kul bop turuv? Kel ketelik Yaraşır mı kul olup durmak. Gel gidelim
Altayga, ata mıras altın takka Altay’a, ata mirası altın tahta
Ve...
Korgasın jas jurekke ogı battı Kurşunlar genç yüreğime saplandı
Kunesiz taza kanım suday aktı Günahsız taze kanım su gibi aktı
Kansırap elim kurup, esten tandım Kansız kaldım, kurudum, bayıldım
Karangı abaktıga berik japtı Karanlık, hapse sıkıca kapattı

Mısralarıyla da Kazak halkının çektiği sıkıntıları, eziyetleri ve kendi halini ifade eder.

Mağcan, Nur Sultan Nazarbayoğlu’nun talimatıyla, 100. doğum yılında, 1993’de, Kazak Devleti tarafından özel bir anma programı ile anıldı. Kuzey Kazakistan’da bulunan Petropavl şehrindeki üniversiteye Mağcan adı verildi. Kazakistan’da bir çok okul ve cadde şimdi onun adı ile anılıyor. Her yıl Mağcan adına edebiyat ödülleri verilmeye başlandı. 1938’de “Milletini Sevmek” suçundan ötürü katledilen Mağcan, şimdi, uğruna hayatını feda ettiği Kazak halkının gönlünde yaşıyor. O, fikirleri, ülküleri, eserleri ve heyecanıyla Türk Dünyası’nın ulularından biri olarak yaşamaya devam edecektir.



















Çanakkale'de yedi düvele karşı savaşan Türk askerine yazdığı ünlü şiiri:

UZAKTAKİ KARDEŞİME

Uzakta ağır azap çeken kardeşim!
Kurumuş lale gibi çöken kardeşim!
Etrafını sarmış düşman ortasında
Göl kılıp göz yaşını döken kardeşim!

Önünü ağır kaygı örtmüş kardeşim!
Ömrünce yaddan cefa görmüş kardeşim!
Hor bakan, yüreği taş, kötü düşman
Diri diri derini soymuş kardeşim!...

Ey pirim! Değil miydi Altın ALTAY
Anamız bizim? Bizlerse birer tay,
Bağrında, yürümedik mi serazat?
Yüzümüz değil miydi ışık saçan ay?

Alaca altın aşık atışmadık mı?
Tepişip bir döşekte yatışmadık mı?
Anamız olan ALTAY'ın ak sütünden
Beraber emip beraber tatışmadık mı?

Akmadı mı bizim için dupduru bulak,
Şarıldayıp şarıl şarıl dağdan inerek?
Hazırdı uçan kuş, kopan yel gibi
Dilesek bir bir atlar, tıpkı burak!

ALTAY'ın altın günü nazlanarak
Gelende, sen pars gibi bir er olarak,
Akdeniz, Karadeniz ötelerine,
Kardeşim, gittin beni bırakarak!...

Ben kaldım yavru balaban, kanat açamam,
Uçam diye davramsam bir türlü uçamam,
Yön bulduran, yol gösteren can kalmadı;
Yavuz düşman koyar mı şimdi beni vurmadan?

Kurşunlar genç yüreğime saplandı,
Günahsız taze kanım su gibi aktı;
Kansız kalıp, kuruyup bayıldım,
Karanlık mahbese sıkıca kapattı.

Görmüyorum artık gece gezdiğimiz kırı,ovayı,
Gündüz güneşi, gece gümüş nurlu ayı;
Nazlı nazlı ipek kundaklara sarmalayıp
Bizi büyüten altın ANAM ALTAY'ı

Ey pirim! Ayrıldık mı ulu bütünden?
Dağılmayıp yılmayan yağan oklardan
Türk'ün pars gibi yüreği varken
Gerçekten korkak kul mu olduk sinip düşmandan?

Kudretli olmak isteyen Türk'ün canı
Gerçekten bitap düşüp kalmadı mı hali?
Yürekteki ateş söndü mü, kurudu mu
DAMARINDA KAYNAYAN ATALAR KANI?

Kardeşim!Sen o yanda,ben bu yanda,
Kaygıdan kan yutuyoruz, bizim adımıza
Layık mı kul olup durmak, gel gidelim
ALTAY'A ATADAN MİRAS ALTIN TAHTA.

Ve Mağcan'ın Turan ülküsü için yazdığı Türkistan şiiri:

TÜRKİSTAN

Türkistan iki dünya eşiğidir;
Türkistan Er Türk’ün beşiğidir.
Görkemli Türkistan da doğmak
Tanrı’nın Türk’e verdiği nasibidir.

Tarihte Türkistan’a Turan denildi
Turan da Er Türk’üm doğup büyüdü
Turan’ın kaderi çok dalgalıdır
Başından çok ilginç günler geçdi.

Turan’ın tarihi var ateş yeli gibi
Parlayıp göklere çıkar yangınlarla
Turan’ın yeri gibi suyu da başka
Denizlerce derin düşünceler verir.

Turan’ın uçsuz bucaksız bozkırı nasıl?
Deniz gibi kıyısız gölü nasıl?
Turan’ın derya adını alır ırmaklar,
Taştığı zaman kır basan seli nasıl?

Turan’ın dağları var gökleri aşan
Sonsuz başını al ak saçla basan
Bağrında nazlı akan bulak oynar
Dağda akan salkım sulardan oluşan.

Çöller var yelle esmez sapsarı kum
Mezar gibi hiçbir ses yok sonsuz tıptın
Olur mu can, hayvan sınırsız çölde
Kumlarda perilerle cinler oynar.

Turan deniz denilir gölleri var
Dalgalanan uçsuz bucaksız denizdir Aralık
Bir yandan kutalmış Isık Gölün
Bağrında dünyaya geldi gök yeleli Türk.

Eskiden Okıs, Yaksart Ceyhun Seyhun
Türkler bu ikisine derya derler
Bu iki kutlu suyun kıyısında
Son atalarının mezarını bulursun.

Turan’ın Tiyanşan gibi dağı nasıl?
Dağlar Tiyanşan’a denk olamaz
Sen esir Er Türkleri düşünürsün
Gökleri aşan Han Tanrı’ya baka baka.

Balkası bağrına alan Tarbağatay
Heybetli yer göbeği Pamır, Alay
Kazıkurt kutalmış dağ olmasa
Tufanda Nuh Gemisi durur, nasıl?

Turan’ın yeri başka halkı başka
Başından geçen fırtınalı günü başka
Turan’ı birlik içinde yöneten
Geçmişte destan adam Alper Tunga.

Ezelden sıradan bir yer değildir O,
Bilirsin tarihi açsa Turan’ın yerini
Kutalmış Turan’a heveslenenler
Geçmişte Keyhüsrev ile Zülkarneyn.

Turan’a yer yüzünde yer yeter mi?
Türk’e insanoğlunda er yeter mi?
Geniş akıl, ateşli çaba, açık hayal
Turan’ın erlerine er yeter mi?

Doğmadı insanlarda Cengiz gibi er
Bilgili, derin düşünceli ve çelik ciğerli
Cengiz gibi aslanın sadece adı
Adamın yüreğine cüret verir.

Cengizden Çağatay, Ökkay, Çoci, Töle...
Ataya benzemişler hepsi bozkurt
Cengiz’in ordularında iki gözü
Pars Supıtay ile kök yeleli Cebe.

Turan’ın beyleri var Toragay gibi
O beyden Temir doğdu ateşle oynar
Ateş saçıp yer yüzüne Aksak Temir
Yıldırım gibi yeryüzüne parlayıp çıktı.

Turan’ı boşuna öğmüyorum.
Turan’ı onlarsızda yabancılar bilir
Evde oturup gökberk ile sırlaşan
Keskin zekalı Ulug Bey’e kim yetişir.

Türk’ün muzıkasını kim küçülttü?
Farabi dokuz telli tamburasını
Çaldığında doksan dokuz türlendirip
Kim dinleyip, duygulanıp ağlamamış?

Turan da Türk ateş gibi oynamış
Türk’ten başka kim ateş olup doğmuş?
Türkler ata mirasını paylaşanda
Kazaklara baba evi kalmamış mı?

Arslan gibi halka vatan olan Turan
Turan da Kazağım da hanlık kuran
Kazağın kolay yollu Kasım Hanı
Turan’ın çok yerini yönetmiştir.

Adil Han az bulunur Nazar gibi
Alaş’a Esim Han’ın kanunları hazır
Tevke gibi bilgin Han toplamıştır
Köl Töbe’nin başına kurultayın

Bu Turan ezelden Alaş yeridir
Turansız gün göremez Alaş
Turan’ın toprağında dinçlik alır
Alaş’ın Arslanı Abılay Han.

Turan’ın sarı arkasına ayrı deme
Turan altı Alaş’a gebe olmuştur
Turan’ın toprağın kucaklayıp yatar
Geçmiş kahramanı kök yeleli Kene

Çok özlese kim aramaz doğduğu yeri
Tulpar da özlemez mi doğduğu yeri?
Arkanın en saygılı kalın Alaş
Turan da bile bilsen senin yerin.

Kırağı Tiyanşan ile Pamir Alay
Gözlüyor çokta seni baka baka
Kene ile Abılay’ın yolunu sürmeden
Yabanda yayılmanın anlamı ne?

Eskiden Okıs, Yaksart, Ceyhun, Seyhun
Türkler bu ikisine derya derler
Kutalmış bu iki su yakasında
Olmaz mı gitsen izleyip ata mezarın.
(alıntıdır)


***
Türkistan'ın güney kısmı, Afganistan sınırları içinde kalmaktadır. Bu sebeple Afganistan'ın kuzeyi kadim Türk yurdu Uluğ Türkistan'ın tabi bir devamıdır. Ayrıca bu ülke tarih boyunca Türklerin hareket sahası içinde kalmış ve tarihin belli dönemlerinde Türk hakimiyetine girmiştir. Bunun için de Türk kültürünün derin izlerini taşımaktadır. Bugünkü Afganistan'da yakın ve uzak geçmişin tarihi olaylarının bir mirası olarak büyük çoğunluğu Afganistan'ın kuzeyinde, yani Güney Türkistan'da Özbek, Kazak, Karakalpak, Kırgız, Kızılbaş, Türkmen ve Afşar Türkleri yaşamaktadır.

Düzenli nüfus sayımı yapılmadığından Afganistan'ın genel nüfusu hakkında kesin bilgiler bulunmamakta ve dolayısıyla bu ülkede yaşayan Türkler hakkında da kesin sayı verilememektedir. Yapılan tahminler ise birbirinden oldukça farklıdır ve hiç biri de ciddi bir araştırmaya dayanmamaktadır. Bütün bu tahminler değerlendirildiğinde Afganistan'da yaşayan Türklerin toplam sayısı hakkında 2.158.000'den 4.5 milyona, hatta 5 milyona varan sayılar ortaya çıkmaktadır.

Afganistan'daki Özbek Türkleri, diğer Türk toplulukları gibi, Afganistan'ın kuzeyinde, yani Güney Türkistan'da yaşarlar. 16. yüzyıldan itibaren bölgeye hakim olmaya başlayan Özbekler, kurdukları Şeybanilar, Hokant, Astrahan, Mangıt, Buhara ve Hive hanlıkları vasıtasıyla 19. yüzyıla kadar buradaki hakimiyetlerini sürdürdüler. Herat, Bala Murgap, Maymana, Şıbırgan, Ser-i Pul, Akça, Mezar-ı Şerif gibi merkezlerde yaşayan Afganistan'daki Özbek Türkleri'nin sayısı ve Afganistan'ın genel nüfusu hakkında birbirinden çok farklı tahminler vardır. Eski Sovyetler Birliği Akademisi'nin yayınladığı World Population (Moskova, 1981) adlı esere göre, Afganistan nüfusu 15.300.000, Özbek Türkleri'nin nüfusu ise genel nüfusun % 8.6'sı, yani 1.300.000'dir. Daha sonraki yıllarda yapılan tahminlere göre ise, Afganistan'ın 21 milyonluk nüfusunun %14'ünün, yani 3 milyon kadarının Özbek olduğu sanılmaktadır. Afganistan'daki toplam Türk nüfusunun 6 milyon, Özbek nüfusunun ise 2 milyon olarak gösterildiği ve Özbek nüfusunun 1.5 milyon ile 3 milyon arasında gösterildiği kaynaklar da vardır. Çiftçilik, hayvancılık ve ticaretle uğraşan Afganistan Özbekleri Haraki, Kamaki ve Mangıt gibi Özbek aşiret adlarını kullanmaktadırlar.

Afganistan'daki Türkmenler de diğer Türk boyları gibi Afganistan'ın kuzeyinde, yani Güney Türkistan'da Herat, Maymana, Andhay Taşkurgan, Mezar-ı şerif, Belh, Akça, Katagan, Bedahşan, Bala Murgap şehirlerinde yaşarlar ve tarımla uğraşırlar. 1930'lu yıllarda Sovyetler Birliği'nden göç eden Türkmenler ise Andhay'a yerleşmişlerdir, ticaret ve işçilikle geçinirler. Nüfusları hakkında 600.000'den 1.000.000'a kadar varan tahminler vardır. Gunnar Jarring, The Distribution of Turk Tribes in Afganistan (Lund, 1939) adlı eserinde Afganistan'daki Türkmenleri beş gruba ayırmaktadır:

1. Salur Ogurcik'in neslinden gelenler: 140 kola ayrılan Yomutlar, 110 kola ayrılan Salurlar, Sarıklar ve Tekeler bu gruba girmektedir.

2. Oğuz Kağan'ın neslinden gelenler: 78 kola ayrılan Göklenler, 50 kola ayrılan Çavdurlar, Hataplar, Mukriler, Karkınlar, Ersarılar, Bayatlar, Agarlar, Ogurcaliler bu gruba girmektedir.

3. Türkmenleşmiş olanlar: Bu gruptakiler 55 kola ayrılmaktadır.

4. Sunçı, Nuhurlı, Anaulı, Murça aşiretleri.

5. Oğuz menşeinden gelmeyen yeni teşekkül etmiş aşiretler.

Bu Türkmen aşiretlerinin pek çoğu Türkmenistan ve Türkiye'deki Türkmen aşiretleri ile aynı adı taşımaktadır.

Çoğu göçebe olan ve hayvancılık ve balıkçılıkla geçinen Afganistan Türkmenleri aşiret adlarını kullanırlar. En büyük aşireti Ersarı'dır, diğerleri ise Teke, Salar, Sarık, Çekra ve Tarık gibi aşiretlerdir.

Nadir Şah'ın 1738'de Kabil'i terk ederken bıraktığı ihtiyat askerlerinin torunları olduğu belirtilen ve Herat ve Kabil'de yaşayan Kızılbaş Türklerin bugünkü sayılarının 400.000 olduğu tahmini bulunmaktadır.

World Population (Moskova, 1981) adlı esere göre ise, Afganistan Türkmenleri'nin nüfusu 300.000, Afşar ve Kızılbaş Türkleri'nin nüfusu ise 30.000'dir.

Afganistan'ın Vahan bölgesinde yaşayan Kırgız Türkleri'nin nüfusu hakkında 10.000'den 115.000'e varan sayılar verilmektedir.

Afganistan'da yaşayan Kazakların sayıları 5.000 olup tümü göçebedir. Çoğunluğu Rus mezaliminden kaçarak Akça, Andhay ve Manabad bölgelerine yerleşmişlerdir. Bunlardan küçük bir grup Türkiye'ye getirilerek Kayseri'ye yerleştirilmişlerdir.

18. yüzyılın başlarında Nadir Şah'ın İran'dan getirdiği Afşar Türkleri'nin bugünkü nüfuslarının 10 bini bulduğu söylenmektedir. Bu nüfusun 2.500'ü Nahakçi ve Tepe köylerinde yaşamaktadır. Nadir Şah bölgedeki hakimiyetini pekiştirmek için Azeri Türklerinden de bazı grupları getirmiş ve bu Afşar Türkleri'nin arasına yerleştirmiştir. Bu sebeple Afganistan'da yaşayan Afşar Türkleri'nin ağız özellikleri Azeri Türkçesine oldukça yakındır.

Afganistan, Çağatay Edebiyatı'nın ilk eserlerine merkezlik etmiştir. Nevayi ve Hüseyin Baykara Herat'ta doğup büyümüş ve Çağatay Edebiyatı'nın temelini bugünkü Afganistan topraklarında atmışlardır.

Afganistan'da yaşayan Türkler arasında önemli bir yere sahip olan Özbek Türkleri, özellikle son yıllarda çok ihmal edilmelerine rağmen, Kabil'de basılmış Ülkem Baharı (1980), Baburga Armağan (1983), Sulak (1985) adlı şiir koleksiyonlarında35 Özbek şairinin eseri yayınlanmıştır. Bunlardan Abul Hayr Hayri, Nazar Muhammed Neva, Niyazi Belhi, Ergeş Uçkun tanınmış isimlerdir. Ergeş Uçkun 1957 yılında Türkiye'ye sığınmış, 1974'te ise Amerika'ya göçmüştür.

Afganistan'da yaşayan Türkmenler, anadilleri ile eğitim görmekten mahrum kalmalarına rağmen Mahtımgulı'nın eserlerini örnek alarak şiirler yazmışlardır. Bu şiirler koleksiyonlar halinde yayınlanmıştır.
Kaynak:Bilkent Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu

1 Mayıs 2008 Perşembe

10 Mart 2008 Pazartesi

DOĞU TÜRKİSTAN

DOĞU TÜRKİSTAN

Komünist Çin Yönetimi'nin Gizlediği Büyük Zulüm

20. yüzyılda dünyaya dehşet saçan ideolojilerin başında komünizm gelmekteydi. Karl Marx ve Friedrich Engels isimli iki Alman felsefecinin fikirlerine dayanan bu ideolojinin, Lenin, Stalin, Mao gibi zalim liderler tarafından uygulanmaya konmasıyla, dünya tarihinin en büyük kıyım ve katliamları gerçekleştirildi.

Her ne kadar Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla komünizmin siyasi bir rejim olarak çöktüğü kabul edilse de, komünist ideoloji ve uygulamaları -gizli veya açık- hala devam etmektedir. Bugün Doğu Türkistan'da yaşayan Müslüman Türkler, hala Maocu Kızıl Çin rejiminin zulmü altında yaşamaktadırlar. Batılı ülkeler ise, Doğu Türkistan'daki insan hakları ihlallerini her zamanki gibi görmezlikten ve duymazlıktan gelmektedir.


Doğu Türkistan'da Çin Zulmü

Doğu Türkistanlı Müslüman Türkler, yaklaşık 250 yıldır Çin egemenliği altında yaşamaktalar. Çinliler, bir İslam toprağı olan Doğu Türkistan'a "kazanılmış topraklar" anlamına gelen "Sincang" adını koydular ve burayı kendi toprakları olarak tanımladılar. 1949 yılında Mao önderliğindeki komünistlerin Çin'in yönetimini ele geçirmelerinin ardından, Doğu Türkistan üzerindeki baskılar eskisine oranla daha da arttı. Komünist rejim, asimile olmayı reddeden Müslümanların fiziksel olarak imhasına yöneldi.

Katledilen Müslüman sayısı korkunç boyutlardaydı. 1949-1952 yılları arasında 2 milyon 800 bin; 1952-1957 arasında 3 milyon 509 bin; 1958-1960 yılları arasında 6 milyon 700 bin; 1961-1965 yılları arasında 13 milyon 300 bin kişi ya Çin ordusu tarafından katledildi ya da rejimin doğurduğu kıtlık sonucunda öldü.

Halkın hayatta kalabilen bölümü ise büyük baskı ve işkencelere maruz bırakıldı. Doğu Türkistan'ın uzun süre sürgünde yaşayan merhum lideri İsa Yusuf Alptekin, Türkiye'de yayınlanan Doğu Türkistan Davası ve Unutulan Vatan Doğu Türkistan adlı kitaplarında söz konusu baskı ve işkenceleri ayrıntılarıyla anlatır. Bu kitaplarda anlatıldığına göre, Doğu Türkistan'da halka uygulanan baskılar, Sırpların, Bosna'da Müslüman Boşnaklara veya Kosova'da Arnavut çoğunluğa uyguladıklarından farklı değildir. Ülkedeki Çin mahkemelerinin "ceza" yöntemleri de son derece acımasız ve vahşicedir. Diri diri toprağa gömmek, öldüresiye dövülen bir insanı çıplak halde karlarda yatırmak, iki bacağı iki ayrı öküze bağlanan bir insanı ikiye bölmek gibi "ceza"lar uygulanmıştır.


Asimilasyon ve Köklü Bir Kültürü Yok Etmeye Yönelik Uygulamalar

Komünist rejim, 1949 yılından itibaren, bir yandan Müslümanları imha ederken bir yandan da bölgeye sistemli bir biçimde Çinli göçmen yerleştirdi. Çin hükümetinin 1953 yılında başlattığı bu kampanyanın etkisi son derece düşündürücüdür. 1953 yılında bölgede %75 Müslüman, %6 Çinli yaşarken bu oran 1982 yılında %53 Müslüman, %40 Çinli'ye yükseldi. 1990 yılında yapılan nüfus sayımında ulaşılan %40 Müslüman, %53 Çinli nüfus oranı bölgedeki etnik temizliğin boyutlarını göstermesi açısından son derece önemlidir.

Bugün ise Uygurlar köylerde oturmaya zorlanırken, Çinliler şehirlere yerleştirilmektedir. Bu sebeple bazı şehirlerde Çinli nüfus %80'lere çıkmaktadır. Hedef, şehirlerde Çinlileri çoğunluk haline getirmektir. Çin Hükümeti'nin Doğu Türkistanlıları Çinlilerle evlendirmek için uyguladığı yöntemler ise bu asimilasyon çalışmalarının bir parçasıdır. Bu arada Çin yönetimi, Doğu Türkistanlı Müslümanları nükleer denemelerinde kobay olarak kullanmıştır.

İlk olarak 16 Ekim 1964 tarihinde başlatılan nükleer denemelerin olumsuz etkileri yüzünden bölge insanı ölümcül hastalıklara yakalanmış, 20 bin özürlü çocuk dünyaya gelmiştir. Nükleer denemeler nedeniyle ölen Müslüman sayısının 210 bini bulduğu bilinmektedir. Binlerce insan ise ya sakat kalmış ya da kanser gibi hastalıklara yakalanmıştır.

Çin 1964'den günümüze kadar Doğu Türkistan topraklarında elliye yakın atom ve hidrojen bombası patlatmıştır. İsveçli uzmanlar, 1984 yılında yapılan yeraltı nükleer denemesinde kullanılan bombanın Richter ölçeğiyle 6.8 şiddetinde yer sarsıntısına sebebiyet verdiğini tespit etmişlerdir.


Zulmün Asıl Nedeni: İslam Düşmanlığı

Çin'in, Doğu Türkistan'daki halka uyguladığı zulmün en önemli nedeni halkın Müslüman olmasıdır. Çünkü komünist Çin, bölge üzerindeki hakimiyet ve sultasını kuvvetlendirmeye karşı en büyük engel olarak halkın İslami kimliğini görmektedir.

Halkı dininden vazgeçirmek için her türlü yıldırma ve baskı yöntemini kullanan Çin şovenizmi, en fanatik dönemini komünist diktatör Mao'nun 1966-1976 yılları arasında uygulattığı Kültür Devrimi esnasında yaşadı. Camiler yıkıldı, toplu ibadet yasaklandı, Kuran kursları kapatıldı ve bölgeye yerleştirilen Çinliler Müslümanları taciz etmek için her yolu denediler. Okullarda dinsizlik propagandası yapıldı. Ayrıca bütün iletişim araçları vasıtasıyla insanların dinden soğutulmaları için yoğun çaba harcandı. Dini ilimlerin öğrenilmesi ve dini bilgilere sahip öncü kişilerin halkı eğitmeleri ise tamamen yasaklandı. Buna rağmen halkın İslami kimliği yok edilemedi.21

Günümüzde Müslüman halka uygulanan sindirme ve baskı yöntemlerinden biri ise eğitim alanında kendini göstermektedir. Bölgedeki üniversitelerde eğitim Çince'dir. Bu üniversitelerde okumasına imkan tanınan Müslüman öğrencilerin oranı ise ancak %20'dir. Ekonomik güçlükler ise, Müslüman halkın eğitim seviyesini düşüren önemli bir etkendir. Çince eğitim yapan orta dereceli okullar gelişmiş imkanlara sahipken, Uygur okullarında sıra bile bulunmamaktadır. Okullarda din dersi programlarının esası ateizm üzerine bina edilmiştir.

Otuz yılda dört defa alfabelerinin değiştirilmiş olması da yine bölgedeki Müslümanlara yapılan asimilasyon uygulamalarının bir parçasıdır. Mao, kültür devrimine rağmen Çin alfabesine dokunmazken, Uygur alfabesini İslam harflerinden Kirilce'ye çevirmiştir. Bir müddet bu alfabe kullanıldıktan sonra Latin harflerine geçilmiş, ancak bu defa da Türkiye ile kültür köprüleri kurulmasın diye tekrar İslam harflerine dönülmüştür. Alfabe ile bu kadar sık oynamanın nesiller arası anlaşmayı ne kadar zor bir hale getireceği ise açıktır.


Komünist Çin'in Uzakdoğu'daki Anti-İslami Rolü

Doğu Türkistan'da Müslüman Türklere yönelik zulüm şiddetle devam etmektedir. Çin resmi görevlileri, Türk gençlerini potansiyel olarak rejim karşıtı görerek sebepsiz yere evlerinden toplamaktadır. Gençler ise, bu zulümden kurtulmak için dağlara veya çöle kaçmaktadır.

1996 yılından beri on binlerce Uygur Türkü, kamplarda tutulmaktadır ve bu kamplardakilere ağır işkenceler yapıldığı bilinmektedir. Bir insan hakları örgütünün resmi yazısında da belirtildiği gibi sanıklar, tek celsede biten davalarda ya kürek cezasına mahkum edilmekte ya da meydanlarda infaz mangaları tarafından kurşuna dizilmektedir. Çünkü mahkemeler, komünist partinin talimatı ile çalışmaktadır. En dehşet verici olansa hamile kadınların evlerinden alınarak gayrı sıhhi şartlarda kısırlaştırılmaları, sınırlama fazlası doğan bebeklerin ailelerine rağmen öldürülmeleridir.

1997 yılının Şubat ayında patlak veren olaylar sırasında yaşananlar ise, Çin zulmünün bir özeti niteliğindeydi. Çin milis güçleri, 4 Şubat'a rastlayan Kadir gecesinde, Kandil nedeniyle bir mescitte toplanan 30'un üzerindeki kadını, Kuran okurlarken demir sopalarla dövdüler ve sürükleyerek emniyet merkezine götürdüler. Mahalle sakinleri ise merkeze giderek kadınların serbest bırakılmalarını istedi. Bunun üzerine işkence ile öldürülen 3 kadının cesedi önlerine atıldı ve galeyana gelen halk ile Çinliler arasında çatışmalar başladı. 4-7 Şubat arasında 200 Doğu Türkistanlı hayatını kaybederken, 3 500'den fazlası kamplara kapatıldı. 8 Şubat sabahında ise bayram namazı için camilerde toplanan halkın namaz kılması güvenlik güçlerince engellendi. Bunun üzerine çatışmalar tekrar alevlendi ve sonuç olarak Nisan-Aralık 1996 arasında 58 bin olan tutuklu sayısı, bir anda 70 bini geçti. 100 kadar genç meydanlarda kurşuna dizilirken, 5 bin Uygur Türkü çırılçıplak soyularak 50'şer kişilik gruplar halinde meydanlarda teşhir edildiler.

Batılı güçler ise her zamanki gibi tüm bu vahşete karşı tepkisiz kaldı.

Birleşmiş Milletler'in soykırım için yaptığı tanım, Çin işgali altındaki Doğu Türkistan'daki duruma tam olarak uymaktadır. Buna rağmen Doğu Türkistanlılar, Birleşmiş Milletler'in koruyucu şemsiyesi altına girememektedir. Birleşmiş Milletler'e yapılan tüm başvurular geri çevrilmektedir. 25 milyon Doğu Türkistanlı Müslüman, halen Çin baskısı altındadır ve dünya bu zulme göz yummaktadır. Binlerce siyasi tutuklu vardır ve bazıları hapishanelerde "kaybolmuş" durumdadır. Tutuklulara işkence yapılması ise artık sıradan bir olay haline
gelmiştir.

Doğu Türkistan'daki bu vahşeti engellemek için, öncelikle Doğu Türkistan gerçeğini dünyaya duyurmak ve Çin'in bu konuda geri adım atmasını sağlayacak bir uluslararası yaptırım sağlamak gerekmektedir. Çünkü Doğu Türkistan'daki vahşetin en garip yönü, dünyada hemen hiç bilinmemesi ve anılmamasıdır. Çin, kapalı kapılar ardında katliam yapmaktadır ve mazlum Doğu Türkistan halkı dünyaya sesini duyurma imkanlarına sahip değildir. Dünya insanlarının elbirliğiyle Doğu Türkistan davasına sahip çıkması zorunludur.

Doğu Türkistan'da yaşanan bu vahşetin ve zulmün temelinde, komünist Çin'in sahip olduğu dinsiz felsefenin olduğu unutulmamalıdır. Savunmasız bir halka karşı yöneltilen bu insanlık dışı savaş, materyalist ve dinsiz komünist düşüncenin bir sonucudur. Komünizmin acımasız liderleri 20. yüzyılda, arkalarında kanlı bir ideoloji ve milyonlarca ölüyü bırakmış, vahşi katliamlara imza atmışlardır. Doğu Türkistan bu örneklerden sadece bir tanesidir. Bu belaların tekrar insanlığa zarar getirmelerini engellemenin tek yolu ise, komünizm gibi dinsiz ideolojilerle fikri mücadeleden geçmektedir. Komünist ideolojinin temel dayanaklarının ortadan kaldırılması, komünist zulme de dur demede ilk adım olacaktır.

Kitabın ilk bölümünde de vurguladığımız gibi, komünist ideolojinin temel dayanağı Darwinizm'dir. Marksist felsefenin kurucusu olan Karl Marx Das Kapital adlı yapıtını hayran olduğu Darwin'e ithaf etmiştir. Dünyaca ünlü Marksist-evrimci bilim adamı Stephen Jay Gould da Ever Since Darwin adlı kitabında şunları yazmıştır:

... Marx ile Darwin yazışırlardı ve Marx, Darwin'e büyük saygı gösterirdi... Aslında Darwin ... bir devrimciydi.22

Komünist Çin'in lideri Mao ise, bir söylevinde, "Çin sosyalizminin temeli, Darwin'e ve evrim teorisine dayanmaktadır" diyerek, uyguladığı vahşetin dayanağını açıkça ifade ediyordu.23

Marksizm bağlılarının bu sözleri, geçmişte Rusya, Çin gibi ülkelerde yaşanmış olan ve bugün Çeçenlere, Doğu Türkistan'daki Müslümanlara yapılan acımasız zulmün arkasında yatan ideolojinin Darwinizm olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu zulmün sona ermesi, dünyada barış ve huzurun hakim olması için Darwinist iddiaların geçersizliğinin ortaya konması gerekmektedir. (Darwinizm'in bilimsel ve ideolojik çöküşü için bkz. Evrim Yanılgısı bölümü)



Notlar:

21- İsa Yusuf Alptekin, Unutulan Vatan Doğu Türkistan, Seha Yayınları, İstanbul 1999, s. 160
22- Stephen Jay Gould, Ever Since Darwin, W. W. Norton & Company, 1992, s. 26
23- K. Mehnert, Kampf um Mao's Erbe, Deutsche Verlags-Anstalt,
1977


12 Şubat 2008 Salı

Türkmen Siteleri

1 - www.Kerkuk.net
2- www.turkmeneli.org
3- www.turkmenelitv.com
4- www.bizturkmeniz.com
5- www.kerkukfeneri.com
6- www.iraqiturkman.org.tr
7- www.kerkukturkuleri.arsivi.com
8- http://members.lycos.nl/Kerkuk
9- www.kerkuk.dk
10- www. hem.spray.se/kervanci-oglu/index1.htm
11- www.kerkukname.com
12- www.guzelkerkuk.com/G_kerkuk
13- www.turkmenforum.com/forum/
14- www.irak-turkmen.com
15- www.alturkmani.com
16- www.araahurra.com
17- www.fuzuliuniversity.com
18- www.erbilvakfi.org/
19- www.geocities.com/iraqiturkmen
20- www.kirkuk.us
21- www.turkmen.nl
22- www.2000fm.com/turkmen
23- www.kerkuk.se
24- www.turkmentimes.net
25- www.iraqiyoon.com
26- www.irakturkleri.com
27- www.turkmensesi.com
28- www.yanarkent.com
29- www.iuiturkmen.org
30- www.shababkirkuk.jeeran.com
31- www.cankerkuk.diyari.com
32- www.kerkuk.radyosu.com
33- www.freewebs.com/kerkuk_takimi
34- www.angelfire.com/tn/sertturkmen
35- www.kardaslik.org
36- www.nihad.diyari.com
37- www.karanaz.diyari.com
38- www.karanaz.sayfasi.com
39- www.nejdetkocak.4t.com
40- www.irakturkleri.org
41- www.kutucuk.sitemynet.com
42- www.kerkuk.dk/TUR
43- www.ulkucu.jeeran.com
44- http://www.turkmen.senligi.com
45- www.asilkan.org/sabit/yazar3/koprulu4.htm
46- www.kerkuk.otukenim.net
47- www.yalniz-kurt.com/modules.php?name=News&new_topic=37
48- www.kerkukluulus.com.tr.tc
49-www.angelfire.com/tn/halk
50- www.angelfire.com/al/kirkuk
51- www.hem.spray.se/kervanci-oglu/index1.htm
52 www.erbilvakfi.org
53- www.kerkukgazetesi.com
54- www.kirkuk.us
55- www.turkmeninstitute.org
56- www.turkmen.nl
57- www.turkmenyolu.com/
58-- www.tanis-turkmen.nl
59- www.tuzkhurmato.com/links.php?lang=tr
60- www.turkmen-csit.com
61- www.turkmeneliparty.net
62- www.itkad.com/

16 Aralık 2007 Pazar

Gafil, hangi üç asır, hangi on asır Tuna ezelden Türk diyarıdır